Yaklaşık iki ay önceydi.
Herkesin başına gelebilecek bir derde derman ararken birkaç haftalığına Çapa mahkumu olmuştuk. Kuzey’in sevgilisi hastane odasında kontrol altında tutulurken, ben de, lokanta ve gazete bayi gibi çevresel turlar atmaktayım fırsat buldukça.Yine o anı yaşıyorum işte, hastane odasından çıkıp, Çapa’nın üst girişi olan Millet Caddesi’ne doğru düşünceli ve aheste bir salıntı içindeyim. Güneşli bir gün ve sabahın Ekim’i fazlasıyla ışıltılı, rahatsız edici bir güneş, yukardan gelenleri görmekte zorlanıyorsunuz.
Ama bu geleni, güneşin tüm muhalefetine rağmen hemen tanıdım. Yürüyüşü de aynıydı, efendiliği ve tevazusu da.. Sırtında alelade bir mont, başı önde..Ağır adımlarla hastane içine doğru ilerliyor. Bakakaldım ardından bir zaman. Araç otopark giriş tuzağına basıyormuşum meğer, kornayla hafif kendime gelip, çekildim, oturdum, ayaklarımın beni taşıyamayacağını düşünmüş olmalıyım..
Sonra kendimi bir anda Efendi’nin Hacı Seyfi’nin omzunda buldum, yaşım 7…Evet, eski adıyla Trabzon Şehir Stadı’ndayım, Trabzonspor sahaya çıkıyor ve işte o da Kaptan’ın ardında, sırım gibi, zargana gibi, ladin ağacı gibi..
Bir ömür başımızı dik tutan efsane takımın mütevazı neferi, o işte.. Biraz çökmüş omuzları, ama yine dimdik! Söylenmekten bıkılmayan bir memleket türküsü o, asla başa kakılmayan bir devrimin Danton’u, Marat’sı..“Acaba neden burada?, Gidip sorabilecek cesaretim yok, “ya kötü bir şey söylerse, dayanır mısın kalbim?”, “söz veremem diyor”, bir kas tutulması yaşadığım, iç boşalması..
Seni herkes unutsa, ben unutmam! Bu baş, bu omuz üstünde durdukça, izleyip ayak izlerini, seni bulur ve belki bir yudum su verebilirim diye gözlerine bakarım..İnan.
Bir Cevap Yazın