Annesini kaybetti bir insan daha, siz bu yazıyı okurken aynı acıyı yaşayan binlercesi gibi…
Kim bilir kaç yüz gece kendi uykusunu bölüp acaba oğlumun üstü açılmış mı diye kontrol eden, kim bilir kaç bin gece uyuyan oğlunu hayran hayran seyreden, kim bilir kaç gece özgürlüğü elinden alınmış oğluna döktüğü incilerle yastığı nemlenmiş, kim bilir kaç bin gece oğlunun düşlerini kurmuş bir anne daha göçtü gitti dünyamızdan. Tüm anneler gibi onun mekanı da cennet olsun.
İnsan Recep Tayip Erdoğan’ın , annesiyle kurduğu ve fotoğraflara yansıyan ve kelimelerle tarif edilmesi güç ana-oğul görüntüsü , aslında Türkiye’de bir takım çevrelerin anlamakta zorlandığı toplumsal dönüşümün de şifresini saklıyordu. O fotoğraflarda sevgiye, güzelliğe ve gerçek hayata dair her şeyin izini bulmak mümkündü, ama ne anne ne de oğul Erdoğan’ın yüzünde kibrin zerresi yoktu ve bizler için en değerli armağan da buydu. Ne Tenzile hanım bir Başbakanın annesiydi, ne de oğlul bir Başbakandı, ikisi de sahici insanlardı, sahici bir anne sahici bir oğul. Siyasal görüş farklılıkları, dünya görüşlerindeki derin ayrılıklar ve saire gibi zahiri hayatı temsil eden tüm değerleri bir yana bırakarak, bu “sevginin katıksız hali” fotoğrafının herkese nasip olmasını en büyük dileğimizdir.
Ne demişti Nazım Hikmet; “İki şey var ancak ölümle unutulur,anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü”
Kardeşliğin, sevginin, adil paylaşımın ve barışın fotoğrafında kim yer alıyorsa selam olsun…
BAŞBAKAN DA OLMASA İŞ TAMAMDI!
Kulüpler Birliği ünvanı altında ticari! faaliyetler yürütüyor duygusu veren oluşumun, 6222 sayılı yeni yasanın iğdişine yönelik kulis çalışmaları, medyanın ve kanaat önderi görünümlü eski kasa şahinlerin de desteğiyle belli bir kıvama gelmişti ki, önce Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ardından da Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın devlet adamlığı ciddiyeti duvarına çarpınca tüm planlar yerle yeksan oldu. Hükümet kanadından yükselen ve kısaca “yasa çıkarmak çocuk oyuncağı değil, kendinize gelin” mealindeki güçlü çıkışın, kendi hazırladıkları yasayı 3 ay sonra değiştirmek istemek gibi bir komik adem durumuna düşen menfaat birliği ve yararlanıcılarını gerçekle buluşturmak için bir fırsat olsun.
İnsani özellikler bakımından kamuoyunca adam yerine konan çoklarından düzgün bir adam olduğuna inandığımız ve tanık olduğumuz Aziz Yıldırım’ın, yeni yasanın ilk “kurbanlarından” biri olması elbetteki kendi kişisel tarihi açısından çok büyük bir talihsizliktir. Ancak unutulmamalıdır ki, yeni yasanın bir an önce yasalaşması için en çok çaba gösteren de kendisi olmuştur, ki tarihi bir ironidir. Aziz Yıldırım belli ki yeni yasayı okumamıştır, ancak etrafındaki uzmanların da kendisini yasa konusunda aydınlatmadıkları çok açıktır ve asıl düşündürücü olan da budur.
Yeni yasaya dair Levent Bıçakçı nam kişinin hazırladığı alternatif yasanın en büyük amacı, kulüp başkanlarını cezaevi tehdidinden kurtarmaktı. Bunun içinde “güya” bir ceza koyarak (3 aydan 2 yıla, mevcut yasada 5-12 yıl) kendi algı segmentindeki insanları kandırmayı denediler. Biraz hukuk bilen herkes, 2 yıldan az hapis cezalarının, cezaevinde yatmayı gerektirmediğini, paraya çevrildiğini bilir.
Elbette uygulamada çıkan kimi aksaklıklar giderilebilir, ama kulüpler birliğinin maksadının bu olduğu konusunda da kamuoyunda ciddi kuşkular var.
Cezaları güdükleştirmeye çalışan güruha sorulacak soru şudur: Yahu şike yapmayacak olduktan sonra hapis cezası 5 yıl olsa ne olur 50 yıl olsa ne olur? Oyunun kuralları ve yasa belli, bunlara uyduktan
sonra sizi ilgilendiren bir şey yok ki? Ne bu telaş?
Biz namuslu ve adil oyun tutkunları, yeni yasanın paçavraya dönüştürülme ve kulüp başkanlarını hapis yatma cezasından “sıyırtma” planlarını elinin tersiyle iten Sayın Başbakana teşekkür borçluyuz.
MAÇLARDAKİ İSTİKLAL MARŞI
Tamam anladık, milli maçlardan önce çalınmasında hiçbir sakınca yok. Ama bırakın ulusal lig maçlarını, Süne Zararlısı İle Mücadele Derneği ya da Dostlar Apartımanı Yönetim Seçimi toplantısını bile İstiklal Marşı ile açan bir toplum olduk.
Basit bir hesap yapalım;
Hepimiz ömrümüz boyunca 11 yıl okuyoruz. 8 yıl ilk öğretim 3 de lise. Her öğretim yılı ortalama 250 gün okula gitsek çarpı 11 = 2750. Yani hepimizin ömür boyu en az 2750 kez İstiklal marşı okumak gibi ortak bir paydamız var. Gönül verdiğimiz takımların yıllık ortalama 30 , ulusal takımlarımızın (futboldan baskete, voleybola, atıcılığa, güreşe vb) yıllık ortalama 200 maçını da eklersek ömürlük ortalamamızı 3500 e çıkarmamız garanti!
Yahu aramızda en çok sevdiği; her dinleyişinde sevgiliyi, anneyi, babayı, memleketi, kardeşi “favori” şarkısını 1000 kez dinleyenimiz var mıdır? Varsa da hayatına normal olarak devam edebilmekte midir?
Bu uygulamayı kim başlattı bilmiyorum ama , kim sonlandırırsa en başta o güzel marşımızı koruyacaktır.
Hem lig maçlarında söylediğimiz marşımızı, takımlarımızın “milli” maçlarında, yani Avrupa Kupalarında neden çalmıyoruz, asıl orada lazım değil mi??
Hay allahım ya…
Bir Cevap Yazın