Geçen hafta Taraf’ta Gençlik Spor eski Genel Müdürü Mehmet Atalay’ın röportajı yayınlandı. Galatasaraylı Selçuk’un özel hayatından ya da Fenerbahçeli Stoac’un Aykut K tarafından nasıl da hizaya getirildiğinden bahsedilmediği için kimsenin umurunda olmadı bu röportaj. Oysa eski Genel Müdür, görevi sırasında hazırladıkları Kulüpler Yasası hayata geçirilmeden ne şiddetin ne de şikenin önlenemeyeceğini söylüyor, Başbakan’ın doğru bilgilendirilmesi halinde de yasanın birkaç günde çıkabileceğini ifade ediyordu.
Röportajın mürekkebi kurumadan, endüstrileşme ve cukkalanmayla eş zamanlı olarak kulüp yönetimlerince payandalaştırılan futbol takımı taraftarlığının, rezilliğin zirvesine en az onları yönetenler kadar kolayca nasıl da bayrak diktiklerine tanık olduk. Taraftarların da artık neredeyse şike organizasyonlarına başlamasına ramak kaldığını hissetmenin doyumsuz nirvanasına ulaştık. Utanç duymak için de asgari bir ahlakın gerekliliğine inanan biri olarak, Türk futbolunun ve sporunun üç hacimlisinden ikisinin adına bir kez daha kara çalan bu taraftar güruhlarının, zannedilenin aksine onları besleyen yönetimlerine ve medyalarına sonuna kadar layık olduğuna inanıyorum.
İçinde çaresizlik ve acı taşıyan ve bu feryadı siren seslerine yansıtarak umuda giden yolu kısaltmaya çalışan ambulansın açtığı yola “dalmak” için birbirini yiyen insanların yaşadığı bir ülke yaşadığımız. O ambulans çaresizliğinden menfaat yaratma çabasındakilerden oluşuyoruz. Ak Partiyi iktidara taşıyan da o güruh, CHP Genel Başkanını şikeciliği mahkemece tescilli Aziz Yıldırım’a onur ziyaretine gönderen de. Hergün çaresiz iki kadını şiddete ya da töreye kurban veren de bu toplum, insabları ırk dil din vs gibi vandal nedenlerle ötekileştiren toplum dışına atan da.
O ambulansın peşine takılmayı ayıp sayan, bu aşağılık insanlık halinden uzak duran bir kitle daha var. Onlar şikenin para sahiplerinin en doğal hakkı olmasına isyan ediyor, şikecilerin lehine TBMM eliyle bir gecede değiştirilen yasaları ahlakın hafızasına kaydediyor, bazı değerler uğruna bir kişi kalınsa bile ayak diremenin insanlığın geleceğine yakılan bir umut ışığı olduğunu biliyor, ihaneti Beykoz on çeşmenin diğer 9 musluğu kadar normalleştiren hakim medya ve iktidarı erkinin fotoğrafını tarihin utanç albümüne ekliyor.
Ama o albüme en iğrenç fotoğraf o engelliler maçı sırasında eklendi. Olimpiyat oyunlarına talip olan bir ülkenin bu başvuruyu yapabilmesi için Paralimpik Olimpiyat Komitesinin “olur “verme şartı bulunuyor. Yavuz Kocaömer nam koca yürekli engelli dostu ağabeyimiz kusura bakmasın, ama hiçbir güç bu reziillikten sonra bu “olur”u ver-e-mez. Olimpiyatları Türkiye’ye vereceklerinden değil, öyle bir teselli düşürmeyin payımıza, bu insanık çukurundan sonra herhalde Türkiye de biraz hicap duyar ve bu boyunu ve karatını aşan girişimden vazgeçer.
Tescilli şikecisine ceza vermekten aciz bir ülkenin, engelli maçında birbirine girmesinin de şaşırtıcı bir yanı yok aslında. Önce Avrupa Futbol Şampiyonası hayalini bitirdi elin oğlu, şimdi de Olimpiyata geçmiş olsun.
Ambulansın peşinde “fayda” kuyruğuna giren insanların, şikenin hak sayıldığı sözüm ona hukuk devletinin, engelliler maçında zihinsel engelli güruhların ortalığı savaş alanına çevirdiği zavallılar kütlesinin dünyada yeri yoktur, olamaz, iyi ki de yoktur…
Bu ülkenin önce sevinçleri, gururları ve onurları çalınmış Trabzonsporlu çocuklara bir özür borcu vardır, sonra da insanlığa. Hırsızın kibrin zirvesine kurulmuş utanmazlığı ve bu rezilliği erkin zırhı ile korumaya almış iklimlerin güneşi bir gün ilelebet kapanacak, Hz. Ömer’in adaletini Makyavel hırsızlaması ile hediye paketine dönüştürdüğünü zanneden aklın ve vicdanın payına utançtan fazlası düşmeyecektir.
Bir kez olsun yüksek sesle “Arkadaş şike davasında Trabzonspor katledilmiş ve mağdur edilmiştir” diyemeyen hiç kimse de, sağda solda ben şöyle adilim, ben böyle doğrudan yanayım demesin, ayna diye bir şey var.
Bir Cevap Yazın