Kaderini Sev!
İlk gençliğimde tanıdım Nietzsche dedeyi. Yüz ifadesinde farklı şeyler vardı, hissediyor ama çözemiyordum. Diğerlerine benzemiyordu. Konsolos bir baba ile piyanist bir annenin çocuğu olmadığım için hayata 3-0 önde başlayanlardan da değildim, haliyle. Öyle her istediğim kitabı okuyamadığımı ve sevimli ihtiyarı kıyaslayacağım çok fazla örneğin olmadığını belirtelim de, yanlış anlama da olmasın.
Lise yıllarımda Nietzsche’nin yüzündeki ifadenin şifresini bulmuştum. Adam hüzünlüydü, tarif edemediği bir acısı varmış gibi hüzünlü. Ama o kadar, oradan ileriye de gidemedim.
Sonrasında sol sosyalist düşünce ve dünya klasikleri ile tanıştım ve Nietzsche kişisel gündemimin arka sıralarına ötelendi, doğal seleksiyon…Ama bağımız hiç kopmadı.
İki hafta önce Kadıköy’e indik evlatla. Kuzey’in mandolin teli bozulmuştu ve o sorunu çözmemiz gerekiyordu. Uğradık, hallettik, sonra da gittiğimiz iş yerine çok yakın olan Nazım Kültür Merkezi’ne daldık. Bilmeyenler için şu kadarını söyleyelim; burada ideolojik bir baskıyı asla hissetmezsiniz ve enfes bahçesi ve makul fiyatlarıyla mutlu olursunuz
Kuzey’i Deniz’lerin emperyalist finocukları denize döktükleri anı dondurmuş fotonun altındaki masaya denk gelecek şekilde oturttum ve onu bilgisayar oyunuyla baş başa bıraktım. Ben ne yapacaktım, cebimdeki son Sait Faik öyküsü de bitmişti.
Merkez içindeki kitapçıya uğradım ve NİETZSCHE’yi anlatan resimli bir roman gördüm. Alıp okumaya başladım. Her sayfasında yeniden keşfederek, daha çok severek, üzülerek, dalgalanarak.
“Her şey kader ve gerekliliktir. HİÇBİR ŞEYİ KENDİMİZ SEÇMİYORUZ. Oluş; saf bir masumiyet halidir, çocuk gibi. O andan itibaren her yanımız kurgularla çevrilir. Erdem kurgusu, adalet ve insan sevgisi kurguları ahlak uydurması. Zira bizler iyiliğin ve kötülüğün ötesindeyiz” diyordu FN.
Çocuklara yönelik gözü yaşlı sevgimin masumiyet özlemi mi yoksa karşı konulmaz bir masumiyet istenci mi olduğu sorusuna hala yanıt bulamadım. Ama içimde dolanıp duran birbirinden görece ayrı ama bir bütünün parçası hissini de veren kelimelerden bir cümle çıkarabilmiştim işte, orada Nazım Kültür’de, dede ile ilk tanışmamdan tam 30 yıl sonra hem de. İnsanın tek kurtuluşu masumiyettir! Ve biz o masumiyeti çocuklardan başka hiçbir yerde bulamıyoruz, kötüsü, bulamayacağımızı da biliyoruz.
Sağdan soldan vuruyordu;
“Amor Fati ; yani kaderini sev. Mutluluğun formülü budur. En azından mutsuzluğu engellemenin yoludur, en yüksek bilgeliktir”
Karadenizli ninelerin, dedelerin, büyüklerin bir aforizması vardır, özellikle sevip de alamayan gençlere;
“SEVDUĞUNİ ALAMAYSAN ALDUĞUNİ SEVECESUN”.
İşte bu dahi Alman da 100 yıl önce aynı şeyi söylemiş meğer. Nihilizmin efendisi kaderinizi sevin, başka şansınız yok diyor ve bunu söylerken de dinleri reddettiği duruşundan zerre tavizi yok.
AMOR FATİ dostlar, Nihilizmin her şeyi NİETZSCHE boş konuşuyor herhalde. En azından mutsuzluk ırmağına bir duvar çekilir, başka çaresi kalmadığını düşünen denesin..
PİRİ ABİ
Bizim Piri dayımızdı o, pederimiz Hacı Seyfi’nin de Bami’si, devletin ise Mehmet Nuri Kınalı’sı. Mekanı cennet olsun
Kim bilir Garifta’dan Kaşıkçı’ya, Araklı’ya, Sürmene’ye kaç kez yürüyerek inmiştin Piri abi, kim bilir biz çocukları sevindirmek için cebinde taşıdığın sarı kurabiyelerden kaç çuval sığdırdın ömrüne…
Biz çocukları her gördüğünde o iri gözlerindeki sevincin ırmağı belli ki o koca yüreğinden beslenirdi, nasıl hasretle sevgiyle öperdin yanaklarımızdan, nasıl çocuklaşırdın , çelik çomağa karışır, nasıl da kahkahalar bırakırdın Zavzaga göklerine.
Hiç bilemedik yalnız Garifta gecelerinde ocağın başında hangi düşleri, düş kırıklıklarını sevinç ve üzgülerini yaşadığını.
Hey gidinin Zavzaga’sı, bir bilsen ne kaybettiğini
Mekanın cennet olsun Piri Dayı.
Sait Faik’i Sevmek
Hayatı sevmektir Sait Faik’i sevmek. Hayatın isimsiz kahramanlarını, balıkçı Todori’yi, fırıncı İsmail’i, boyacı Salih’i, temizlikçi kadını, bakkalı, turşucuyu, berberi, şoförü, ayrımsız..
Teknoloji işgaline karşı çaresiz kaldık hepimiz. Çocuklarımızın elinde ya notbuk ya da cep telefonu, işleri güçleri bilgisayar oyunu, sanal dünyada hülyası statik gezinimler
Şu cümlesini misal Abasıyanık’ın, çocuklarımıza okutabilsek, okuyabilsek..
“Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum.İçim kalabalık çekiyor. İnsanlar çekiyor. Çocuklar istiyorum: haşarı, sarışın, esmer, edepsiz….
Her şeyin fakir elbiseleri gibi lime lime, nem almış sıvalar gibi parça parça döküldüğü zaman, yalnız sen varsın İnsan. Yalnoz sen varsın. Yalnızlığımın, ihtiyarlığımın, sevimliliğimin, egoizmimin ortasında daha dünn şehvetle sarıldığım, kokusundan hazzettiğim; yıldızları, yandan çarklıyı, derin suları, heykelleri, gotik bibaları, ağaçlık tenha yolları, pek sevdiğim yeşil yeşil kırmızı kırmızı turuncu turuncu yanan işaret fenerlerini geride bırakıp, sana, yalnız sana aşığım insan”
Sevmek emek istiyor
Trabzonspor’da Çalışanlarda Aranan Nitelikler Nelerdir?
TrabzonsporAŞ’de çalışan, ayrılan, tekrar dönen, hiç dönemeyen, bileti kesilen ve sair çok çeşitli bir cv zenginliği yaşanıyor.
Tarihe kayıt düşmek için şu anda TS’den maaş alan CV’ lerden aklıma gelenleri sıralıyorum.
1-Tarihin en büyük şikesinde şike çetesinden birinin avukatı
2-Tarihin en büyük şikesi için “şike yapılmış TS’nin kupası, emeği, hakkı çalınmış” diyemeyen iletişim sorumlusu
3-Tekme tokat hakaretamiz kovulduktan kısa süre sonra yeniden işe alınan Gn. Md
4-Önceki yönetimin sırlarını ifşa eden çalışan
5-Şikeyi unutturmaya çalışan Kurumsal dergi
6-Şikeci ekipten transfer TS Clup Müdürleri
İlk anda aklıma gelenler bunlar. Galatasaray Genel Kurul Üyesi CEO’yu yazmadım, zira kendisi tek kuruş para almadan gönüllü bir hizmet veriyor, kendisini eleştirmek en hafif tanımlamayla haksızlık olur.
Tablo bu. Kulübün en kritik birimlerinde şikeci avukatı, şikeciye şikeci diyemeyen iletişim sorumlusu, şikeciye gönül vermiş profesyonellere teslim edilmiş TS Clup, onursuzca kovulup geri alınan Genel Müdürler, çalışanlar.. Sayın İHO’na soralım o halde; Sadri Şener Levent Bıçakçı’ya maaş veriyor diye eleştiriyordunuz, farkınız ne?
Sayın Başkan İHO bu kararların kaçını kendi verdi, kaçı dayatıldı, kaçı yönetim kurulu kararıyla alındı bilmiyorum. Bildiğim şu; şike sürecinde dik duracağı umuduyla kendimizi avuttuğumuz İHO, na kontrolü tamamen kaybetmiş ya da kontrol zaten hiç kendisinde değilmiş izlenimi veriyor. Keza, Yönetim Kurulu üyesi olduğu Trabzonspor’un menfaatinden çok kendi tekstil dükkanının menfaatine odaklı kişilerle zaten Trabzonspor’u değil İdmanyurdu’nu bile yönetemezsiniz
Mustafa Yumlu Zeki Yavru
Zeki Yavru’nun değilse de , formda bir Mustafa Yumlu’nun Trabzonspor’un il 11’inde oynayabileceği fikrindeyim. Keza Zeki Yavru’nun da ilk 18’de şans bulabileceğini ve alt yapının temsilcisi olarak zaman zaman kısa süreler alabileceğini düşünürdüm. Bu düşüncemin nedeni de, futbol bilgisine güvendiğim efsane oyunculardan biridir.
Ben de şike sürecinde futboldan soğuyanlardanım. Ama benim soğuma nedenim şike ve ahkalsızlık cephesi değil, Trabzon şehrinin kendi davasına ihanet edercesine kayıtsızlığı ve günlük çıkarların peşine takılma düşüklüğüdür. Bu nedenle olsa gerek son 4×4’lük maçı da canlı olarak izlemedim, evlatla vakit geçirmeyi yeğledim. Yani bu iki oyuncunun saha içi performanslarından habersizdim.
Yönetimin kadro dışı kararını duyunca da bunun performansa dayalı bir tasarruf olamayacağını düşündüm. Gerekçeyi duyuran açıklama beni tatmin etmemiş olsa da çok şaşırtıcı da gelmedi.
Kadro dışı kararı sonrası “sığderin Trabzon” kanadından gelen açıklamaları okuyunca, yönetime hak vermedim desem yalan olur. Zira, sığderin Trabzon’un bugüne kadar şehir ve marka kaygısını, kişisel ya da zümresel kaygılarının önüne koyduğuna ben şahsen tanık olamadım, yaşım geçmiş sayılmaz belki kalan ömrümde bu da olur. Her taraftan yönetime saldırı başladı. Hoş yönetim içinde öyle isimler var ki başkalarının eleştirilerine lüzum yoki belli ki akım demek isterken lokum demiş.
Trabzonspor’da oynamak için kafakağıdı yeterli olamaz. Portekizli Bosingwa’nın doğduğu yer de kimsenin umrunda değil, zira sahada bunların hiç bir hükmü yoktur ve Portekizlinin farkettiği bu gerçekliği Trabzonsporlu oyuncuların da kavramaktan başka şansları yoktur. Yumlu ve Yavru’nun yapması gereken işlerine sahip çıkmak ve sadece futbola odaklanmalıdır.
Levent Özdilek’te Trabzon Döneri
Biz gurbet elde hergün Trabzon’u yaşayanlar için memleketin kokusu nereden gelirse başlarımız oraya döner. Levent’te yeni açılan Özdilek AVM’nin içinde “Sebat” adında bir yer açıldığını duyunca ilk fırsatta gittim.
Şirinevler’deki Sebat’ın lezzetini tadanlar mesajı almıştır. Trabzon kokan yiyeceklerle hemhal olmak isterseniz , arada bana da bahebr vererek tabi, levent Sebat sizleri bekliyor
Ben Vursam Kendimi Vuracaktım
Çağa damga vuran şairlerden bir şairdi Attila İlhan. Kimsenin hükmetmesine izin vermediği aklı ve vicdanından süzüp onlarca eser verdi, kendi toplumuna yabancılaşmadan üstelik.
Ahmet Kaya ile pek çok şiiri hayatın içine karıştı İlhan’ın. Galata Köprüsü’nde bir oltanın ucundaydı, bir akşam üstü yorgununun elindeki filede evlada sunulacak bir çikolata..
Güleryüzlü çocuklar süsledi düşlerini. Altrüist bir varoluş şiiri gibiydi yaşamları. İkisi de ayrıldı aramızdan, biri sırasınca ama yine de erken, diğeri haince sürüklenerek karanlığa..
Lamia gibi “Mai ve Siyah” bir piyanosu olmadı Ahmet Kaya’nın. Yoksul bir anadolu çocuğuydu. “Rica ederim”i ilk duyduğunda hiddetlenip karşısındakine “ben de sana rica ederim” naiflğinde hem..
Ahmet Kaya bundan 57 yıl once bir Ekim gününde Malatya’da doğdu, 57. Yaşında Ertuğrul Özkök önderliğindeki faşist cephenin karalamalarıyla sürüklendiği karanlıktan bir daha çıkamadı.
“Meğer aşk imiş her ne var alemde” diyen Fuzuli’yi sahi hangimiz ne kadar anladık!
Bir Cevap Yazın