Ölüm koparıp alalı seni etimizden , 3 yıl olmuş, 36 ay, 1095 gün geçmiş sensiz, sensiz her kalp vuruşunu hüznün uçurumuna suskun hıçkırıklar gibi bırakmış bir evlat, oğlumuz, duvarlardaki fotoğraflarına bakmaya cesaret edemeyen Kuzey’in, Kuzey’imiz, ölümü göze alıp doğurduğun oğlun, 12 yaşında şimdi, her gece sende kaybettiği sıcaklığı babasında arıyor, çaresiz, nerede görülmüş bir annenin bıraktığı boşluğu başka birinin başka bir şeyin doldurabildiği, ah imkansızlık uçurumu…
Annenin en çok neyini özledin evlat diye sorarken, içimde bir korku, ‘uyurken saçlarını oksardım annemin, o da benim saçlarımı oksardı, öyle uyurduk, en çok onu özledim”
Bilirsin, ilk tanıştığımızda saçlarım kıvırkıvırdı, gaful derdin, hiç bir zaman çok uzamadı saçlarım. Ama Kuzeyin bu sözleri sonrası saçlarımı hiç kesmedim, en yakın arkadaşlarıma bile söylemedim bu sırrımızı, herkes bir şey yakıştırdı, hep yutkundum, ikimizin yerine de döktüm tuzlu damlaları o dipsiz boşluğa, kimseler görmedi gölgesizliğimi .
Almanca dil eğitimi için bir haftalığına Almanya’ya gitti Kuzey 2018 de, yine birkaç hafta önce koşarken düşüp kolunu kırdı, hoş hissetmişsindir, bu büyük acıyı tek damla gözyaşı dökmeden tam bir erkek gibi karşıladı, kolumuz hala alçıda ama merak etme sorun yok, babaannesine de söyle. Bu soruna rağmen derslerinden geri kalmadı, biliyorsundur, dersleri senin attığın muhteşem temel üzerinde sorunsuz gidiyor. Öğretmenleri sınıfının en efendi ve yardımsever öğrencisi diye anlatıyor, sensizliğin kışında odunu olmayan sobaya uzatılmış bir çift el mahzunluğu
Çemberlitaş’ta filme gitmiştik hani, okuldaki hay/huydan kaçıp, Gülün Adı, çok severdin Umberto Eco’yu, Çınaraltı’ndaki seyyar kitap tezgahından Gülün Adı’nı satın aldığında sadece sınıf arkadaşıydık, henüz, kitabı da neredeyse yarı fiyatına verdiğimde yüzünde beliren hem teşekkür hem de ‘ama senin için sorun olmasın’ ifadeli bakışın sonrası ertesi gün ilk işim seni okulda bulmak oldu.
40 sayfasını okumustun bile aldığın kitabı, iki çay alıp oturduk, gülen gözlerinle beni izlerken sen, ben kısaca özetledim;
“Bak, o kitap tezgahı devrimci abilere ait, bazen işleri, mahkemeleri vesaire olunca tezgahı bana bırakıp gidiyorlar, karşılığında da her gün bir kitap hakkım var, işte aldığın kitap oydu”
Önce kısa bir şaşkınlık, sonra gözlerinde açan bahar, bir Kasım gününde, sonra şu cümle çıkmıştı o biçimli ağzından; ” Filmi de geliyormuş”
Derse girdik, sanırım Oktay Verel’in dersiydi , zira sınıfta tam bir başıbozukluk vardı herkes kendi kolonisinde muhtariyetini yaşarken , hoca da çok sevdiği kız arkadaşlarla hemhaldi. Sonra bir anda aklım başıma geldi, sen beni filme davet etmiştin ama ben öküz anlamamıştım. Hemen seni aradı gözlerim, sınıf anfi , beline kadar inmiş at kuyruğu saçından tanıdım seni, söktüm kendimi arka sıralardan ve yanına gelip defterinin arasına bir not bıraktım; ‘film geldiğinde birlikte gidelim mi?’
Yağmurlu bir Aralık gününde, Beyazıt’ta yeni açılmış Mc Donald’ın önünden geçerken birbirimize bakıp gülmüş ve sinema yoluna büyük sırrımızın keyfi ile devam etmiştik. O bol paçalı kot pantolonunun ıslak paçaları bugün gibi…
Kasvetli bir filmdi, uzundu, ben sıkılmış ve seni de sıkılganlığımla nasıl rahatsız ettiğimi, bir anda kalkıp salonu terkettiginde anlayabilmiş, çok utanmıştım. Bu bana hayatta verdiğin ilk dersti. 3 gün konuşmadık, daha doğrusu sen konusmadın benimle, ben de kendime kızıp kitap tezgahında bitirdim birkac günü.
Sonra bir Pazartesi günü elinde Gülün Adı yüzünde bin tebessümile çıkageldin kitap tezgahına…Ne güzel gelmişti gelişin…
Bir Cevap Yazın