Ahmet Şık ve Soner Yalçın’la Bir Pazar İstanbul’u

Çok güzel bir hava vardı İstanbul’da. Kuzey’le birlikte tarihi dokuyu adımlamak ve “fişreci” oğluma İstanbul’un şifrelerini çözme yolunda ilk dersleri vermek niyetindeydim.  Kuzey’den ses çıkmayınca Ahmet Şık’ı ve Soner yalçın’ı aradım ben de.

Ahmet henüz uyandığını ve 1 saat içinde Beyazıt’ta Üniversitenin kapısında, gecikme ihtimaline karşı da Süleymaniye’nin sembolu Şeref abinin mekanında buluşabileceğimizi söyledi. Anlaştık.

Sonra Soner’i aradım ancak cebi kapalıydı, belli ki yine sabahlara kadar kitapların arasında karışmış, tarihin karanlık odalarından yaşadığı topluma toplu iğne başı kadar da olsa bir ışık taşıma çabasının kanatlarında sabahı etmişti yine.

Ahmet daha yayınlamadığı kitabı yüzünden tutuklanacağını aklına bile getirmemişti buluştuğumuzda, sabahtı, Pazar sabahı üstelik ve her ikimiz de mahmurduk aslında. Ana kapının önünden Eczacılık Fakültesini sola alıp 7-8 yılımızı birlikte geçirdiğimiz Basın yayın Yüksek Okulu’na doğru rotaladık yorgun ayaklarımızı. Tam Eczacılık’ın önünden geçerken ,  12 Eylül öncesi bu okulun önünde patlatılan ve gencecik yürekleri hayattan koparan o hain saldırıyı hatırlattı Ahmet, içindne derin devlete lanet ederek; “Selo” dedi, “bu ülke bu tür katliamların hesabını vermeden huzur içinde tek bir gün geçiremez. Bu pislikleirn failleri kimlerse mutlaka hesabını vermeliler” dedi, daha tutuklanacağından habersizdi, daha 15 yıl vardı tutuklanmasına.

Okulumuzun önünde çok durmadık, anılarımızın altında ezilme kaygısı mı bilinçaltından, ya da her ayrıntısını biliyor olmanın aceleciliği mi, ya da ne bileyim Pazar insansızlığının zorunlu kuru fasulye pilav yönlendirmesi  mi, her ne ise, 54 dakika sonra Şeref Ab inin yanındaydık.
Eskilerden konuştuk Şeref abimizle, nam-ı diğer Kolsuz Şeref.  “Kimler geldi kimler geçti çocuklar” dedi, bize ısmarladığı acı biberli ayranın buyurgan gücüyle; “ ama Deniz’lerden sonra pek delikanlı gelmedi. Hele sizden sonra hepten kurudu ortalık”  Ne Ahmet ne de ben bu aşağılanmaya üzülmedik, zira biliyoruz birazdan onarıcı cümle gelecek Şeref abimizden.  “Tabi sizin yeriniz başka, siz de namuslu dürüst çocuklarsınız, hepiniz bir yerlere geldiniz” (aç susuz gazeteci olmak da bir yerlere gelmekmiş meğer)

Bir yerlere “gelen” birkaç arkadaşımızın dedikodusuna başladık sonra. Amacımız Şeref abinin şaşmaz kıraat terazisinin tadına bakmak, bir örnek Ahmet veriyor bir örnek ben. Laf bugünlerin en meşhur eğlence figürlerinden birine geliyor ve Kolsuz Şeref manifestoyu salvoluyor:  “Ünlü oldu, para kazandı da ne oldu, sonuçta bir komik adam olmuş, yakışır mı yani Selahattinciğim, öyle değil mi Ahmetçiğim.”  Ahmet daha tutuklanmamıştı, gülüşlerimiz anlamını kaybetmemişti yani, henüz… Sonraların ünlü şarkıcısı olan Kolsuz Şeref müdavimi bir diğer can arkadaşımız hakkındaki görüşünü de bir başka zaman paylaşırız.

Kolsuz Şeref, sol kolunu dirsekten sıvazlayıp “ şimdi şöyle” girişiyle yeni bir konuyu açacakken Ahmet daha hızlı çekiyor cümlesini ve Şeref abi tıkanıp kalıyor.  “Soner bizi bekliyor, geç kaldık zaten Selo”

Soner de daha tutuklanmamış, yaşça büyük bizden, ben Ahmet’ten ne kadar büyüksem Soner de benden  o kadar.  Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde buluşmak üzere sözleşmişler meğer. Birbirlerinden karşılıklı birer de kitap istemişler. Ahmet Soner’e  derin devlet yapılanmasını sorgulayan bir kitap, Soner de Adapazarı çevresinde işlenen “faili meçhullere” ilişkin bir dosya ile gelecekmiş.  Benim elimde Dostoyevsky’nin Budala’sı var,  en budala günlerim.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi’nin önünden geçiyoruz, harap ve bitap ve üstelik turizm merkezinin merkezinde,  Ahmet ; “ Ulan bu nasıl devlet, eli kanlı katilini baş tacı edip, kültürel mirasını rezil eder”, daha tutuklanmamıştı, maneviyatçı iktidar ortalarda yoktu o sıralarda, o dönem moda   “tak emir şak uygulama”ydı, yazık ki…
Gittiğimizde Soner Yalçın nargilesini söylemiş, erken yaişta bilgelik makamına ulaşmış bir derviş edasıyla asılıyordu marpuça, elmalı seviyormuş,  Çorlulu Ali Paşa Medresesi duman içindeydi, içerdeki 50-60 kişi dışarıdaki hayattan kopmuşçasına bir “meşrep” haldeydi, Soner nargile çekiyordu, Ahmet Şık elma çayı ben zencefil. Soner, derin devletin ne menem bir şey olduğundan, faili meçhullerin toplumsal dokuyu nasıl yaraladığından, bugünün acılarının failleri bulunmazsa  ileride bir gün gelecek kuşaklarda mutlaka yaralar açacağından söz etti, daha bölücülük komedisiyle tutuklanmamıştı. Ahmet Şık her zamanki güleç yüzü ile, “ya  boşver Soner abi, su akar yolunu bulur, gün gelir devran döner, hadi bitit şunu da şu tarih kokan Mahmutpaşa caddelerini koklayalım birazcık” dedi, kabul gördü bu öneri sadece 3 dakika sonra Yeşildirek’ten aşağı savrulmuştuk bile.  İttihat ve Terakki binasının önünden geçtik önce, üçümüz de tek kelime etmedik nedense, içimizden gelmedi herhal. 

Üç kanka gibiydik, liseyi henüz bitirmiş üç çocuk… Trabzonlu birinin olduğu her yerde olduğu gibi konu bir şekilde Trabzonspor’a geldi çattı bir ara. Soner Yalçın; “Selo bu sene kesin Trabzon şampiyon, çok iyi takımınız var, Şenol Güneş de çok klas bir adam” dedi, Ahmet mırın kırın alfabesinden bir seçki sundu, Trabzon o sene de şampiyon olamadı, zira Soner Trabzon’u şampiyon ilan ederken, henüz,  başı sarılı Kore Gazisi Aygün ve Ali Şen- Mesut Yılmaz destekli kirli oyun sahneye konmamıştı.

Trabzon ve Fenerbahçe yine şampiyonluk mücadelesi veriyor, değiştiyse kir değişti karakter değişesi değil!
Ahmet Şık ve Soner Yalçın’la İstanbul turumuz devam edecek, hadi hayırlısı

“Ahmet Şık ve Soner Yalçın’la Bir Pazar İstanbul’u” için 2 cevap

  1. sedat abi yazı yazmıyosun trabzonspor hakkında ama bari şu basın denen ist sasatasına inat ya abi rıdvan dilmen fener liderken sesi çıkmıyodu biz lider olduk maçlar aynı saate oynaysın demeye başladı şimdi birde selcuk haberi yapmaya başladı en azından onlara bari bişeyler yaz abi bee

    Beğen

  2. Sedat Abi yeter. Yaz birşeyler artık. Son kritik haftalara giriyoruz. Şimdi susarsan şampiyonluğa da sevinme, söyleyeyim sana 🙂

    Bu arada Burak Yılmaz konusunda seninle hemfikirdim. Hala da öyleyim ancak bu çocuğun son haftalardaki çırpınışlarını da görmezden gelmeyelim. GS maçından sonraki gol sevinci benim gözlerimi yaşarttı ve bir Sedat Tunalı yazısını fazlasıyla hakediyor.

    Selam ederim

    Burak

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: