Kızılay dava savunma:
1-Kızılay avukatlarının tarafıma açtıkları tazminat davasında sadece 5. Maddedeki açıklamaları, yetersizliklerini açıklamaya yetmektedir.
Bu maddede, “yanan bu çadırların çok büyük kısmı kzılay’a ait değildir (yani bir kısmı aittir) “ denerek iddia kabul edilmekte; ayrıca bir adım sonrasında da “vefatlar bizim çadırımızda olmamıştır” cümlesiyle, çaresiz bir teselli arayışına girilmiştir. Bölgeye tanıklık eden herkes yaralanmaların olduğu kızıyla çadırlarında da pekala ölümlerin olabileceğini, ölüm acısın yaşanmamasının tamamen şans olduğunu görmüşlerdir. Kaldı ki asıl mesele de bu değildir.
Kızılay ı savunma iddiasındaki arkadaşlar, benim yazımda sözünü ettiğim yunus emre evlerinin çok maliyetli olduğunu iddia ederek, insan hayatına verdikleri değer konusunda da ipuçları vermişlerdir. Zira, ilk bakışta makul gibi görünen bu tesbitin arka planına baktığımızda, iddia sahiplerinin abartılı maliyetiyle tanesi 7000 dolar olarak açıklanan yunus emre evlerinden esirgenen paraları, Kızılay da hangi işi “gördükleri” tartışmalı olan kişilerin altına şoförleriyle birlikte verilen son derece lüks makam araçlarından esirgemedikleri maalesef acı bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. 100 bin avroluk (belki daha fazla) Volvo marka aracın kuruma maliyetini sorgulamayan zihniyetin, 7000 dolarlık yunus emre evini sorgulaması , Kızılay a hakim olan zihniyetin ifşasıdır. Kızılay’ın makam araçlarıyla kimlerin kaç yüz kilometre ötelerdeki şehirlerine gönderildikleri ve alındıkları, Haftada birkaç kez tekrarlanan bu ve bunun gibi yüzlerce israfı sessiz sedasız kabullenen zihniyetin, yunus emre evlerine yönelik “tasarruf” hevesi, ölen çocuklarımızın ve vatandaşlarımızın ölüm sebeplerinden biri sayılamaz mı?
Varoluş gerekçelerini sayfalar dolusu anlatan Kızılay avukatları ( kaldı ki, bu ilkelerin bir çoğunun yenilenme ihtiyacı doğurduğu bizzat benim kurumsal iletişim md. Döneminde dile geitirlmiş ve istifam sonrası yenilenme çabası kalmıştır) belli ki yöneticilerinin insan hayatına makam giderleri kadar önem vermediklerini gör-e-memişlerdir.
Kaldı ki beni rahatsız eden asıl mesele daha başkadır;
Kurumsal iletişim md. Sırasında, muhtelif tv kanalları Etimesgut çadır işletmesine gelerek, bir önceki gen. Bşk. Tekin küçükali’nin önderlik ettiği yepyeni bir proje olan “ yangına mukavemetli yavuz selim otağı-çadırı” olarak adlandırılan ve aynı anda en az 200 kişiyi barındırma kapasiteli yeni bir çadır-korunma projesi hayata geçirilmiştir. Tv kayıltları mevcuttur ve istenidğinde de Kızılay yetkilileri bu doneleri vereceklerdir. Yunus emre evleirnin kurulum zorluğundan dem vuran Kızılay (kaldı ki van depreminden sadece birkaç ay önce simav depremi yaşanmış ve burada 200 yunus emre evi kurularak hizmete açılmıştır. Sayın başbakan ın da bizzat yerinde görerek hayran kaldığı ve metrekare büyüklüğünün biraz daha artırılarak üretime hız verilmesini istediği herkesin malumudur), pekala van için bu 200 kişilik çadırları kurabilir ve o masum bebekleri hayatta tutabilirdi. Zira bu çadırlar yanmıyor ve aynı anda 200-250 kişiyi bir konfor içinde barıdırma kapasitesi taşıyordu. Kızılay ın cevabını vermesi gereken konu budur; Yavuz selim çadırlarını veya Simav’a kurduğumuz yunus emre evlerini Van ve Erciş’e neden götürmediniz, pahalı diye mi? simav’a pahalı olmayan van’a mı hahalı sorusunun yanıtını jkim verecek?
2- 9. Maddede “aile şirketi” , “yesinler birbirlerini” “gizli gündem” “kurumları …haykıracak” bölümleri için de kısaca özet yapmak gerekirse;
-aile meselesi: kızılay içinde gn. Md. ömer taşlı hükümranlığı kurum içindeki herkes tarafından bilinmekte, birçok bölümün müdürlüklerinde taşlı’nın yakın-uzak akrabaları bulunmaktadır. Elbette ki bir g.müdürün akrabaları da kurumda yasal olarak çalışabilir, hatta filiz taşlı gibi insan kaynakları müdürü olarak hakkaniyetle ve başarıyla görev yapan birinci derece akrabaların varlığını da biliyoruz, elbette sadece akrabalık bağı var diye emeğiyle geçinen insanları dışlamak faşizan bir tutum olur. ama bu ve benzeri durumlar, kızılay’ın düzce kökenli bir aile-grubun denetiminde olduğu gerçeğini değiştirmez. Minik bir örnek vermek gerekirse, yönetim içindeki kısır çekişmelere beni de dahil etmek isteyen genel müdürün emriyle, bilgi işlem müdürlüğünde görev yapan AT isimli kişi, özel bilgisayarıma girerek şahsi bilg,ilerime tecavüz etmiş ve bu durum tespit edilmiştir. (google üzerindne ortalama yanıt verme süresi 8 ay olduğu için kızılay genel müdürü hakkında özel hayata tecavüz suçlamasıyla dava hakkımı saklı tuttuğumu da ekleyelim.)
yesinler birbirlerini meselesi: Son dönemde Kızılay içindeki yönetimsel çekişmelerde tazıya kaç tavşana tut politikasını uygulayan genel müdürlük makamı, pek çok ortamda genel müdür marifetiyle “biz ne yönetimler, ne genel başkanlar gördük, hepiniz gelir gidersiniz, ben burada kalırım, Kızılay bizimdir” olarak tarif edilebilecek bir zihniyetle kavgaları hep uzaktan izlemiş, hatta benim de içinde bulunduğum üçlü bir ortamda eski genel başkandan ağır ithamlar duymasına ve “kötü” durumlara düşmesine rağmen kızılay’ından kopmamış, üst yönetimdeki kavgayı sadece izlemekle ve çoğu zaman da yanıltıcı bilgiler vererek kavgayı körüklediği izlenimi doğurmuştur.
Gizli Gündem meselesi : Bir insan olarak tanığı olduğum ve yukarda izah etmeye çalıştığım hakaretlere sesiz kalan herhangi bir insanın o görevinden istifa etmemesini başka türlü kendime açıklayamadığım için bu ifadeyi kullandım. Her insanın bir onur sahibi olduğuna inanırım
Kurumları ve mevkileri kişisel ya da kurumsal çıkar için kullanan haysiyet fukaralarının yakasına yapışacak ve her iki cihanda haykıracak; beni siz öldürdünüz meselesi: Bu cümlenin namuslu ve işini halisane yapmaya çalışacak kişiler için rahatsız edici bir yanı yoktur. Kaldı ki haysiyet fukaralaığı ile haysiyetsizlik çok ayrı şeylerdir ve fukaralık her şerefli insanın başına gelebilecek insani bir durumdur. Önemli olan kişinin bu duruşu gösterebilmesidir
Sonuç
Van depremi olduğunda hemen bölgeye giden başbakana rağmen, Kızılay ın başkanı başbakanın telefonla “neredesiniz “ diye fırça atması üzerine “ efendim uçak bulamadım, şunu bulamadım, bunu bulamadım, ama çadır kenti kurduk” demiş, ancak ülkenin başbakanı kurulduğu söylenen çadırkentin de kurulmadığpını yerinde görünce bir kez daha sert tepki göstermiştir. Bunun onlarca tanığı vardır ama hiçbiri yönetim korksuundan bunu dile getiremeyecektir. Yani Kızılay, olması gereken yerde olamamış ve bu yetersizlik başbakan tarafından da oldukça sert cümlelerle dile getirilmiştir.
Benim yakın tarihe kadar Kızılay içinde etkin bir görevde olmamı, bu eleştirilerimin “hissi” olabileceği şeklinde değerlendirenler mutlaka olacaktır, üstelik insani açıdan da anlaşılır bir durum olcaktır. Ancak bir önceki genel başkanla geldiğim için o gittiğinde gideceğimi kurum içindeki beni tanıyan herkes bilmekteydi ; herhangi bir kişiye sorulursa (genel müdürün yanında sorulmamalı tabi ki)ayrılmak istediğimi asıl işim gazeteciliğe dönme arzumu belirtecektir. Bu düşünceyle Kızılay la anlaşmalı bir ayrılık gerçekleştirdim ve ayrıldım. Yani tamamen gönüllü bir ayrılıştı.
Ancak 5 yıllık Kızılay deneyimimde, Kızılay’ın ergenekonvari bir yapı ile tamamen işgal edildiğini gördüm. Kızılay içindeki “etkin” görevdeki asker yöneticilerin varlığı da ayrı bir araştırma konusudur. Görev yaptığım süre içinde eski gen. Bşk. Dahil her yöneticiye yanlış bulduğum her konuda “ağır” sayılabilecek eleştiriler getirdiğimi, hatta bu yüzden son genel başkan tekin küçükali ile de ilişkilerimin son haftalarda koptuğunu da herkes biliyordu. Bu dizginlenemez tutumum dolayısıyla, üst yönetimden herkesi rahatsız ettiğimi biliyordum, bu bakımdan ayrılma kararımın bayram havası yarattığını da biliyorum, ama cin şişeden çıktı artık.
Hasılı, faşizan ve ailevi bir zihniyetle yönetilen ve her biriminde gene müdüre yakın” ajan-memurlar” kanalıyla “mobbing” uygulanan kızılay’ın, yeniden organize edilmesi çok büyük bir zorunluluktur. Kızılay sanılandan çok daha büyük ekonomik potansiyelleri olan, her ihalesi ile tartışma yaratan ve şeffaflıktan “kabus” gibi ürken bu yapısını kırmak zorundadır.
Kurumu içerden bilen bir gazeteci olarak vicdanen susmaya hakkım olmadığını düşünüyorum. Beni okutan öğretmenlerime, bana dualar eden büyüklerime ve bana namuslu bir insan olma şansı veren memleketime karşı görevimdir bu. Gerçeğin kötü bir huyu var madem, madem er-geç açığa çıkarmış gerçekler, ben de sessiz kalmamalıyım diye düşündüm.
selahattin kınalı
kurumsal iletişim “eski” müdürü ya da basın müşaviri:)
Bir Cevap Yazın