Volkan Konak Öfkesi

Volkan Konak Öfkesi

Eski dostumdur sayın Konak. Çok şey paylaştık bir dönem. Sonra O’nun çevresindeki değişime ayak uyduramayacağımı anlayıp biraz geri çektim kendimi. Birkaç yıldır tek kelime etmişliğimiz yok.
Konak’ı eleştirmek isteyen için malzeme sıkıntısı yok. Sanatçı yönünün erozyona uğrayıp, tecimsel kaygıların çok belirleyici olduğunu söyleyebiliriz, ki, bu ekiskliği kendisi de söylüyor zaten, sanırım çözüm için biraz daha zamana ihtiyacı var. Çeşme gürül gürül akarken kaynağı sorgulamanın çok mantığı yok.
Kendini solcu zannetme trajedisindeki Ulusolcu / faşist cephe ile kurduğu Yılmaz Özdil tarzı ilişkisi de sorgulanabilir. Kaldı ki Konak’ın dinleyicilerinin çok önemli bir ksımı da “karşı cepheden” ve bunu da en iyi bilenlerden biridir Konak. Aslında bu alanda kendi kalesine gol attığını da biliyor, kendi seçimidir, saygı duyalım.
Pek çok değişik konu başlığı ile eleştiriler sürebilir.
Ama Volkan Konak’a Kazım Koyuncu ve Trabzonspor üzerindne vurmak aymazlıktan fazlasıdır.
Kazım Koyuncu’nun hastalığına kanser teşhisi konduğunu ilk olarak Konak’tan duydum ve bu bilgiyi verirken gözlerinden dökülen iki damla yaşa tanıklık eden biri olarak Konak’a burdan vurmaya çalışanlara çok iyi şeyler söyleyemem. Konak o sıralarda Çamlıca’daki evinde oturur ve sık sık görüşürdük. Her görüşmemizde Kazım için çırpınan bir yürek olarak görürdüm Volkan’ı. Birgün Bordo-Mavi battaniye ile giderdi Kazım’a bir gün duyulmadık bir halk türküsü coşkusuyla. Volkan Konak’a her yerden vurun, ama buradan vuran ateist olsa allah çarpar!
Konak’ın Trabzonspor sevgisine de ilk elden tanığım. Kartal Tesisleri için verdiği mücadele ve tesisleri işletirken bordo-mavi bayrağın asaletine layık olma hassasiyeti de tarihe kaydını düşmüştür. Volkan’la herhangi bir Trabzonspor maçını izleyen birinin, O’nun şehir ve takım sevgisindne ömür boyu şüphe etme ihtimali zaten kalmaz. Ancak bu şansı bulamayanlar da şunu bilmeli ki, Volkan Konak’ın gençlik düşlerinin bahçesinde açan en kıymetli çiçeğin iki rengi vardı; bordo ve mavi.
Volkan Konak da herkes gibi eleştirilebilir. Ve üstelik eleştirilecek çok yönü de var. Ama Kazım Koyuncu ve Trabzonspor üzerinden Volkan’a vurmak kötü niyet değilse cehaletin naiv bir versiyonudur. Ha rabzonlu ve başarılı, ille de kazana atacağız diyenler varsa, ki şehrin çoğu, yazı yazılmadı sayılabilir.
Gazetecinin Ölümü
Üç otuz paraya ömrünü veren gazetecilerden biriydi. Kİmsenin arkasından konuştuğu, meslekte pek revaçta olan kuyu kazma tenezzüllerine gölgesini düşürdüğü görülmedi. Hiç şikayet etmeden çalıştı. Sigara ve içkiyle kurduğu dostuğa ölümüne sadık kaldı. Evlendi boşandı, bir kıza babalık yüzlerce babıali emekçisine ağabeylik yaptı. Çocukla çocuktu, Süleyman Dömirel’le Süleyman Demirel.
Emekli oldu sonra, Ege’de bir sahil kasabasına çekildi. İkinci kez evliliği ve huzuru aradı. Buldu mu bilmiyoruz. Yaklaşık 2 yıl önce Kadıköy’de bir dost meclisinde bir akşamı paylaştık. Eyüp Karasakal, Alper Turgut ve Yavuz Gayberi ile… “Haftada yalnız kaldığın gün sayısı kaç abi” diye sorduğumda “365” demişti en son, “Karım İstanbul’da yaşıyor ben Ege’de” demiş işi şakaya vurmuştu. Kendisine dayı diyen bir kız da vardı masada, çok sorgulamamıştık, belli ki bu yüzden.
Sonra kalktı gitti yeğeniyle…Lokalin sıcak soğuk farkıyla buğuya çalmış penceresinin ardındna son kahkasının sesi ve gölgesi kaldı en son…
Önceki gün haberi geldi Ege’den. Yalnız kaldığı evinde fenalaşmış, 112 yi arayabilmiş en son, acil servis solunum yetmezliği ve ölüm.
Hüseyin Akşit’i çok az kişi tanırdı. Onlardan biri de bendim. Her gülüşünde kendinizi düşler tarlasında çiçeğe durmuş başak haylazlığında hisseder, hayata Hüseyin Akşit gibi armağanları için minnet duyardınız.
Seni çok sevdik Hüseyin abi, biliyorum çok belli edemedik, ama biliyoruz ki sen tüm basın emekçilerini kendi evladı sıcaklığıyla kendi çocuğundna ayırmadan sevdin. Işıkla dolsun kabrin…

Mesele Zeki Yavru Değil Yeğen!
Hiç kuşkusu yok ki, “futbol sadece futbol değildir” aforizması yeryüzünde başka hiçbir şehir için Trabzon kadar karşılığını bulamaz .
Ekonomisi fındık kabuğunu doldurmaktan aciz, devletin sadık bendesi kontenjanından yatırım yoksulu bir kentin; genetiğinde kodları saklı bir oyun üzerinden kendini ihtişamlı tarihsel varoluşuyla yeniden buluşturması için ortak aklı ve kaliteyi hayatla buluşturmaktan başka şansı yoktur.
Bu pencereden bakarak Zeki yavru kardeşimiz üzerinden yapılan eleştirileri kişiselleştirerek yerli isyanına dönüştürmenin tebessümden fazla sonucu olmayacaktır. Coğrafi sınırlar içinde içi boş lakırdılarla kente anlamlar yüklemek zihinsel kabızlığı, bu kabızlık da içbükey at gözlüğü üretimini tetiklemekten başka sonuçlar doğurmaz.
Çap sorunlu oyuncular üzerinden vasata övgü dizmek, aslında nasıl bir fotoğrafın parçası olunmak istendiğinin de ifşası. Futbol basit bit oyun, bu yüzden çok ciddiye alınmalı. Nüfus kağıdındaki yer bilgileri takımda oynamaya, gazeteye imza koymaya yeter deniyorsa bu da kentin sorunu.
Ha bir de “uzaktan akil vermayin, para verun para” diyenlere bir sözümüz var.
Biz siyasi değiliz , 5000 liralık hiç değiliz, alan-veren çukurunda ayak izimiz yok.
Hasılı;
Mesele Zeki Yavru değil yeğen,

Üstad
“DAYI”nın dediği gibi,
“Ne yaparsanız yapın kalleş kardeşler, iyi bir adamın yüreğindeki iyiliği söküp alamazsınız”
Türklerin Milli Takımı Mı?
Tüm dünyaya rezil olunan Şike süreci yetmemiş gibi, kaptanı ırkçılıktan hüküm giymiş, hocası edep yerini göstererek medyaya ayar vermiş, başkanı sahte belge uzmanı bir futbol ikliminden ve o iklimin başkenti istanbul’dan 11 kişilik bir karma yapıp “milli” diye sahaya sürecekler, biz fanilerden de bu utanç güruhuna destek vermemizi bekleyecekler.
Benim varlığım klişelere ve milli hamasete bile fena halde mesafeli iken, bir de şikeci kavasların ve onların koruyucularının yanında durmamı bekleyen varsa, muhtemeldir ki güneşin altında uzun süre beklemiş. Etma, yakma beyni?
Şikeci kavaslar ülkesinin başkentinden seçilen 11 kişilik güruhun karşısına kim çıkarsa benim yerimde onları yanıdır. Evrensel değerleri yerli kavaslara yeğlemeyecek kadar okuduk, şükür..

“Üniversite Değirmendere’den öteye geçemedi”
Ulusoy ailesinin açık ara en sevileni ve halktan hiç kopmayanıydı Ali Osman Ulusoy. Salonlarda değil halkın içinde geçen bir ömrü bitirdi ve ebediyete uçtu.
Kendisi hakkında yazılan yazıları okurken, ki maalesef sadece bir tane buldum, Ahmet Ulusoy imzalı yazıda merhumun “Üniversite Değirmendere’den öteye geçemedi” eleştirisini okudum.
Enfes ve tarihi bir tespitti. Ama eksikti. Merhum sevgili Ulusoy’un, bu tespiti yaparken 1955’te kurulan üniversitenin Trabzon şehriyle organik bir bağ kuramadığını ve şehre hiçbir katkı yapamadığını anlattığını biliyoruz.
Eksikliği nedir diyenler oldu biliyorum. Şundan. Üniversite 1955’te kurulduğunda Karadeniz ve İç Karadeniz’de başka bir üniversite yoktu. Yani KTÜ, sadece Trabzon’a değil 23 farklı ile daha bilim ve irfanı getirecekti, beklenti buydu, sonuç koskocaman bir hiçlik çukuru oldu.
Değirmendere’yi aşamadı evet ama, Şana’yı aştı mı?
Önerim KTÜ’nün ustalaşmış akademisyenleriyle birlikte Yüksek Okey Bilimler Akademi’sine dönüştürülmesidir, bilardo da olur bak! Ama ille de “teknik” olsun, bir pike üstadı kaç yılda yetişiyor biliyoruz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: