Halk otobusu durağa yanaştığında önümde iki kişi vardı el ele inmeye hazırlanan, genç bir adam ve kendisine ikide bir “baba..baba” diye şakışmalı cümleler kuran 4-5 yaşlarındaki kızı.
Üzerinde pembeden bir kazak, önü açık çingenece pembe bir mont ve erkek mavisinin alengirlisinden bir kadife kot ayağında…
Baba biraz durgunca, düşünceli çokca. Şakımalara pek cevap verecek hali yoksa da, yürüyen bal ağacına tebessüm etmeyi eksik etmiyor. Ayağında bir kot, üstünde alelade bir mont. Birlikte indiler önümden, iner inmez yürüyen bal ağacı çakıldı kaldı olduğu yerde, donjdurmacının önüne inmiştik ve bal dondurma istiyordu belli ki.
Bal, “Baba dondurma” dediği anda, bende otobusten inmiş ve o daracık otobus-dondurmacı aralığından kimseye çarpmadan güç bela kaldırımı bulmuştum. Baba kızının seslenişi üzerine kısa bir duraladı, ben hırsızlama gözlem ve merakın yeniğiyim, baba ceplerine baktı, önce sağ cebine, sonra sol cebine, eline birşeyler geldi ama içine sinmemiş olacak ki montun ceplerine daldı sonra, heyhat, ceplerin yoksulluğu yüzünden okunuyordu, ama gözlerindeki acıyı 5 yaşındaki çocuğun okuması zordu, iyiki…
Dondurma alamadan ayrıldılar, ihtimal minik bal 3-5 adım sonra dondurmayı unutup başka bir oyunun içine düşecekti, ama o genç ve yoksul babanın, o bayram günü kızına dondurma alamayan babanın gözlerindeki acıyı benden başka kimse göremedi. Otobusler bayram nedeniyle yarı yarıya da ucuzdu üstelik.
Hava yeterince sıcak dondurma gereğince soğuktu. Bir bayram öğleniydi, Beşiktaş’ta aynı otobusten inmiş üç insandık, baba-kızın benden haberi yoktu, benim kendimden. Nedense balık pazarına gittim koşarak, orda çocukluğum varmış gibi, bekliyormuş gibi beni…Yoktu bekleyenim.
Bir Cevap Yazın