Ünsal Oskay öldü.
Derslerimize gelirdi İletişim Fakültesi’nde. İstanbul’da. Takım elbisesi içinde gömleğin üstüne giydiği kahverengi hırkasıyla , bir Anadolu beyefendisi fotoğrafı bırakmıştı belleğime. Sonradan çok daha yakın buldum, neredeyse tüm arkadaşlarım gibi.
Vosvos’u vardı, “sanayide oynanmış” havası veren, vespa motosikleti bir de, üç karısı olmuştu hocamızın, bir de kedisi, ama yine de yalnız öldü, herkes gibi…
Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım isimli “öğretisi” o kadar güzeldi ki, hocamızı ilk gördüğümde ellerinden öpmüştüm.
Kitle İletişimi kavramını hayatımıza sokan oydu. İktidar edenlerin elinde nasıl ideolojik aygıtlara dönüştüğünü öğretti herkese. Ve özgür düşüncenin ve “bilen insanın” ne kadar değerli olduğunu, acıyı da hüznü de nasıl “sahici” yaşadığının yol göstericisi oldu, kimseyi kırmadan, dökmeden, ötekileştirmeden yaptı bunu, ve bir Ekim günü çekti gitti aramızdan. Işığını bıraktı bize, hoş görüsünü ve sonsuz sevgisini. Nurlar içinde yat hocam…
Ankara’da büyük yazar Nihat Genç’le birlikte Atatürk Bulvarı’nı adımlıyor olmanın hazzı elbette anlatılası değil, yaşamak gerek. Her 3 adımda bir, birilerinin Genç’i durdurarak hasbıhal etmeleri, yanında bulunan ben kulunuzun “lan şimdi ne yapsam, en iyisi birkaç adım uzaklaşmak” iç sesleriyle çaresizleştiği, ama bir yandan da insanlara “gördüğünüz gibi Nihat Genç bizim ahbabımız, dolayısıyla biz de biraz farklıyız yani” rüzgarına kapılmamak için zorlandığımız günler geldi aklıma.
Sonra Nihat Genç’in 21 Ekim tarihli Leman dergisindeki Ünsal Oskay yazısını okudum. Nihat Genç daha bir büyüdü gözümde, Atatürk Bulvarı Uzun Sokak’a dönüştü, haz içimize sığmaz oldu. Ünsal Oskay hocamız meğer ne kadar da güzelleşirmiş Nihat Genç cümlelerinde, ve bizler ne kadar küçülürüz, yaşarken bilemediğimiz kıymetlerimizin önünde…
***
Çarşamba (28 Ekim) Ankara’dayım, kaç gün kalırım belirsiz, malum Ankara’nın havası çok değişken. Bazen ruhunu üşütür bozkır, bazen odana dolan bin çiçek kokusuyla bahar gelir, apansız..
Sonra Frankfurt yolundayım, Keşanlı Ali’nin otelinde kalıp birkaç gün, Goethe Enstitüsü’nde ruhumu ortaya koyup şeytanla pazarlığa oturacağım. Çok zorlu bir maç olacağı kesin ama puansız dönmeyeceğime eminim! Kalecim iyi!
Frankfurt’ta “görülmesi gereken yer” önerisi olanlardan haber bekliyorum, Ankara için böyle bir beklenti içinde olamayacak kadar öğrendim bozkırı…
***
Bursaspor’daki “iyi” şeyleri görmezden gelmek futbola ve o koca şehre haksızlık olur. Ertuğrul Sağlam önderliğindeki bu çıkışa herkes alkış tutmalı, Sağlam gibi “düzgün” bir adamın tek şanssızlığı başkanının İbrahim Yazıcı olması.
Bildiğimiz şu; Trabzon dışında oligarşiyi zorlayacak ilk takım Bursa’dır. Yeter ki kendi gerçekleriyle çelişmesin ve içten bölünme yaşamasınlar.
***
Fenerbahçe – Galatasaray derbimsisi için birşeyler yazmak gerek şimdi, di mi ama? Yazalım;
Dünyanın ruhundan en çok kopmuş oyunu!
Eskiden Şehzadebaşı sinemalarının tanıtımının yapan seyyar arabalar şöyle bağırırdı;
“Kan, irin, gözyaşı, aşk, nefret, şike, seks, iffet, namus bu sinemadaa”
Türk futbolunun rekabet düzeyi, Şehzadebaşı sinemalarının seks filmleri furyası düzeyini aşamıyor, aşamaz…Bu kumaştan başka elbise çıkmaz.
***
Bir Cevap Yazın