ÇÖMLEKÇİ PAZARI

Her perşembe Çömlekçi’de pazar kurulurdu, Arafilboy’daki ilk ve ortaokullarımızın tam karşısındaki 40 merdivenlerden pazar yerine iner, bu vesileyle babanın, yani dedemin de evine uğrar hal hatır sorardın. Nicedir sormaz oldun, sorsaydın da duymaz oldukları nice senelerden sonra sen de onlara yoldaş oldun Makbule’m…

Evlatlarını o kadar her şeyden sakınır ve korurdun ki, peşine sürüklediğin ayaklarınca tüm bir pazar yükünün altında girer de yine de bizi çilene ortak etmezdin. Hasta olduğun bir güne denk geldiğinde olmalı ki, sabahçı olduğum Üniversite İlkokulundan öğlen eve döndüğümde bana pazara birlikte gitmeyi teklif etmiştin. Muhtemelen o gün mahalle futbol maçlarında bir boşluk olmalı ki hiç ikiletmeden yanında yola düşmüştüm.

Peynir vardı aklında hatırladığım, hep aldığın Araklı çarşısındaki peynirler için vaktin yoktu belli ki.  Zira “külfetin” kuymağı Aho peyniriyle olursa severdi ve sen de kurduğun yer sofrasına dizilmiş ailene, Picasso’nun Guernica’sını ya da Gogh’un badem ağaçlarını izlemesi gibi bir büyünün tutsağıymışca bakardın, biz o bakışların kıymetini bilemedik yazık.

“Sidiksalı Kevser geldiyse onun peyniri de iyidir, ama eyhak kaldıysa (geç kaldık !) kalmadıysa da öte beri alır döneriz.”

Döneriz tabi Zavzaga’nın en güzel kızı…

Ama başına geleceği de bilmiyordun.

Bir şeyler aldın, bir kısmını ben taşıyorum, sonra bir anda bir tuhaf tezgahın önünde durduk, sen bir şeylere bakıyordun, birden elime aldığım değirmi bir kumaşa sıkı sıkıya sarılarak ;

“anne ben bu gugulu (bir tür başlık,şapka) çok beğendim bunu al bana” diye zırlamaya başlamıştım, tezgahtar abi meseleyi önce anlamayıp şaşkın bakakaldı sonra da kahkahaları ve vurgulu gülüşüyle beni Aralık ayazında denize attı!

Fena bozulmuştum ama, sen de beyaz yaşmakla saklamaya çalıştığın gülüşünle olay yerinden viya- kıyın uzaklaşırken beni de peşinden sürüklemeye çalışıyordun. Ben o gün pazardan çıkana kadar ne olduğunu anlamadım. Hatta pazardan aldığımız öte beri ile dedemin evine kadar çıkıp, oradaki dinlenme molasında teyzemle pür neşe konuşmalarınız ve kahkahalarınızın nedenini neden sonra anlayacaktım; bana alman için zorladığım çift şapkalı gugul meğer sütyen değil miymiş!

Meğer hayat on yıllar öncesinin gülünesi hatıralarının sağnağında bir sığınak aramakmış ana kucağında. Seninle bir cennetti dünya Makbule’m sensiz de yaşanıyor  elbet, ama ruhu eksik, gülüşü yarım, hüznü derin. 9 yıl oldu sensizliğin uzamı, hayata yazık ki sensiz kaldı(k)

Yorum bırakın