26 Ağustos 2008 Salı,
Bir; Bu sezon geçen sezondan daha kalitelli geçecek İki; ‘Dört büyükler’den hiçbiri ‘büyük’ gibi oynamadı, ilk haftanın ‘saha içi büyüğü’ Gaziantep’ti. Üç; Sivas-Kayseri özet görüntüleri; bu yıl Sivas’dan çok Kayseri’yi konuşacağımızın ipuçlarını verdi. Dört; Antalya’nın hocası ilk haftanın en kötüsü, Ankara’nın Kocaman’ı en korkağıydı. Beş; Rıdvan Dilmen’in çok beğendiği Yunus Yıldırım oyun 0-0 iken Fenerbahçe’nin penaltısını yiyerek haftanın en kritik hatasına imza koydu. Altı; Trabzon- Ankara maçının Cüneyt Çakır’ı da Hüseyin’in bileğini ‘kırma’ hamlesine direk kırmızıyı çıkaramayarak beden üst düzey hakemliği zorlayamadığının resmini verdi.Oysa FIFA kriterleri çok açık. Yedi; İzlerken terden sırılsıklam olduk, ya ‘esas oğlanların’ halleri?
İHSAN TÜRE’Yİ BİLİR MİSİNİZ?
Sıkı bir futbolseverseniz ve yaşınız da 40’larla dans ediyorsa, elbet tanırsınız Türe’yi. Sahaflarda elime geçen bir kitabın adı “Tanrının küçük oğlu”, yazarı da eski FIFA hakemlerimizden İhsan Türe.
Neleri kendine saklayıp okuyucularıyla neleri paylaştı bilemem.
Bildiğim şu; İhsan Türe nin anıları ilk sayfasından son sayfasına kadar, kitap sınırlarını zorlayan bir samimiyetle örülmüş. Hangi “erkek”, karısını nasıl aldattığını bunca dürüstlükle yazar?Lig başlarken “ikili ilişkilerden” çok daha önemli öncüllerimiz var elbette. Alın size bugüne “cuk oturacak” bir İhsan Türe tespiti:
“Benim ülkemde hakem “yapayalnız” bir adamdır. Bunca futbolu siyasete alet eden politikacıların, kulüp yöneticilerinin ve onlarla sıkı sıkıya iş birliği içerisinde olan hakem yönetici ve federasyon başkanlarına rağmen, sen istediğin kadar idealist ve başarılı ol, seni bu ‘kokuşmuş kurulu düzende’ çıtır çıtır yerler”Türe bu yazıyı yazalı neredeyse 10 yıl olmuş. Ama sanki dün yazılmış hissi vermiyor mu size de?
TRABZON’UN FORUMU…
“FORUM” benim için çok özel anlamlar taşıyan bir kavram. İstanbul Üniversitesi Siyasal’ın önündeki bir alana “Forum” alanı der ve siyasi tartışmaları orada yapardık. Ziyadesiyle öğretici ve eğitici olan bu tartışmaları bitirince hemen yanı başındaki yemekhaneye ‘sızar’, Dünya’nın en güzel öğrenci yemeğini yerdik. Forum çağrışımları keyifli, hasılı..
Memleket ziyaretine gidince bunca afralı bolca tafralı AVM’yi de İhsan Öksüz ağabeyin rehberliğinde gezdim. İşte şurası şu, burası bu, şu şunun bu bunun der ve tembel adımlarla “caddeleri” adımlarken ilk dikkatimi çeken, “köşe başı” olarak tanımlanabilecek mağazaların birçoğunun “tanıdık ve bildik” markalara tahsis edilmişliği oldu.
Forum’un inşa edildiği alanın, yazar Ksenephon’un “Onbinlerin dönüşü”
adlı eserinde de anlatılan tarihi ve antik bir mekan olduğu için daha önce kimseye inşaat izni verilmediğini, ancak yabancı ortaklı Forum devreye girince, “anayasayı bir kere çiğnemekle bir şey olmaz” ata sözümüzün devreye girdiğini öğreniyoruz, şaşırmıyoruz haliyle. Kılıç kuşananın ne de olsa, yasa ve adalet mi?Onlar da ne? Ülkeyi bölmek mi istiyoruz yoksa?Forum adına hazırlanmış dergiyi okuyorum. İlk yazı Trabzon’dan 6 yaşında ayrılmak zorunda kalmış bir Trabzonlu’nun kaleminden çıkmış.
Doğrusu duygularını ifade edişi ve betimlemeleri oldukça doyurucu ve bir hemşehrisi olarak da gurur vericiydi. Bu selamlama yazısının bir alış veriş merkezinden çok kültür sanat merkezine yakışacağını ve bu Trabzon sevdalısı hemşehrimizin Trabzon’a bir de kültür sanat merkezi kazandırılması için çaba gösterişini de görmek isterim. Bir de küçük uyarı; böylesine güzel bir metni kağıda dökebilecek bir “yöneticinin”, Türkçemiz söz konusu olduğunda çok daha dikkatli olmasını beklerdim!Trabzon’da bordo-mavi yok kalmamış? Ya da ‘yabancılaşma’ süreci..
Ha bir de şu var notlarım arasında;
Teknosa’da üç İstanbullu’nun renkleriyle “süslenmiş” telefonlar satılırken, sordum, bordo-mavi renkli telefon yokmuş. Biz İstanbul’daki benzer mağazaları bordo-mavi bulundurmaya zorlarken, bordoyla mavinin göbeğinde ‘bordo-mavi yok abi, üç büyükler var’ zırlamasını duymak fazlasıyla rahatsız edici.Taka gazetesinin tam karşısındaki Migros mağazasında da, benzeş bir rezilliğe tanık oldum.
Bir sepetin içinde elma büyüklüğünde toplar koyulmuş. Sarı-kırmızı ve
siyah-beyaz toplar var sadece. Görevliye sordum:
-Neden Bordo-mavi yok
-Abi bordo-mavi yok ama bak sarı-lacivert de yok
-Nasıl yani? Birinin yokluğunun tesellisi bir başkasının da yok oluşu
mudur? Bu mudur Migros’un yönetiliş vizyonu?
– Yok abi işte bordo-mavi, bari sarı-lacivert de olmasın dedik biz de.Gülmek ya da ağlamak arasında tercihinizi yapın. Hangi yanlışı düzeltelim bilmiyorum. İstanbul’un üç takımının Trabzon’dan bakınca birbirinden zerrece farkı olmadığını, olamayacağını yaza yaza söyleye söyleye dilimiz yalama oldu, ama bazı beyinler erken yalama!
Güya Fenerbahçe’yi temsil eden renkleri ‘yok’ ederek bordo-maviye hizmet ediyorlar. Bunu yaparken bir şehre ve o şehrin tüm geleneklerine hakaret ettiklerinin farkında bile değiller. Tüm şampiyonluk mücadelelerini Fenerbahçe’ye karşı veren (BJK istisnası var) Trabzonsporlular, aynı çekişmeyi Galatasaray’la yaşasaydı çirkef kültürümüze ne tür katkılar yapılabileceğini bilemez. İdmanocağı etkisiyle varola geldiği iddia edilen sarı-kırmızı ‘sevgi’ iması, midemi bulandırmaya başladı. Trabzonlu saf tabi, bu oyunu ‘yer’, belli ki düşünülen bu. Sizi bilmem, ben yemem bu geri zekalı oyunu. O ana kadar sepete doldurduğum ne varsa orta yerde bırakıp terk ettim Migros’u. Bordo-mavi o kapıdan girmeden, ben de girmeyeceğim..Bir de şu var; Şükrü Saraçoğlu’nun alt katındaki Migros mağazasında bordo-mavi top satılıyor mudur, ne dersiniz?
Bir Cevap Yazın