AZİZ YILDIRIM’I YALNIZLAŞTIRMANIN HAZZI!

21 Eylül 2008 Pazar
Kendine özgü özellikleri olan biri. Ve kendine özgü yöntemleri, haliyle…

Mesela sevmediği medya mensuplarını çok rahatça aşağılayabiliyor. Aşağılama eylemine tenezzül etmek aşağılayanın, Yıldırım’ın, eksiği olarak sırıtmaya devam etse de, aşağılanan gazetecilerin sessizliği asıl garabet aslında. Ve beni profesyonel bir gazeteci olarak meslektaşlarımın aşağılanmayı kabullenişi, haliyle, daha çok ilgilendirir.

Fenerbahçe Tv’den başka yere demeç vermeme geleneğini ısrarla sürdüren Aziz Yıldırım, geçen hafta Akşam’dan Alaattin Metin’in belirlediği “hissi verilen” bir grup gazeteciyle birlikte bir açık oturuma katıldı. Çok şey söyledi, gereğince yankı bulmadı sözleri. Emre Belözoğlu dışındaki görüşlerinin çoğuna katıldığımı da ifade ederek, benim için asıl vurucu olan konuya geçmek istiyorum.

Aziz Yıldırım’la bir grup Fenerbahçeli taraftar arasında süregelen bir tartışma var, malum. Gençlerbirliği maçı sırasında yeni tezahürlerini de yaşadık. Yıldırım; kulüpten beslendiğini iddia ettiği tribün liderlerini epeydir kontrol altına almayı başarmış ve bu yönüyle Türk futboluna çok büyük bir iyiliğin de temelini atmıştı. Ama Aziz Yıldırım ne yaparsa yapsın otomatiğe bağlanmış gibi “tu kaka”layan geri kalan zevat, maalesef Yıldırım’a gerekli desteği vermedi. Bu “zevat” başlığının içinde malum kulüplerin dışında medyanın da çok büyük bir
hissesi var ve tarih bunu da kaydediyor. Tıpkı bugünün doğrusu Aziz Yıldırım’ın ve “mümtaz medyamızın” yıllar önce Özkan Sümer’i yalnız bırakması gibi.. İki yanlıştan bir doğru çıkaramayacağımıza göre, Yıldırım’a destek vermek her “namuslu ve hesapsız” kişinin sorumluluğu olmalıdır. Namusluyum şükür ve hesapsızım..

Trabzonspor’da Mahmut Aksu önderliğinde başlatılan benzer bir uygulamanın ne sonuç vereceğini henüz bilemiyoruz. Dileriz ve bekleriz ki; Aksu başarılı olur ve “beslemeler” kulübün yakasından düşer.

İşte Yıldırım, “taraftar grupları” başlıklı açıklamalarının bir yerinde, mealen, şöyle diyordu:

“Bunlar kendi grupları adına tişörtler, şapkalar, formalar bastırıp satıyor, yıllık 300 milyarlara varan gelirlerini de ceplerine koyuyorlar. Fenerbahçe tribününde sadece Fenerbahçe markası olur, uzantıları değil. Bu mudur takım sevgisi yani!?”

Fenerbahçe Kulüp Başkanıyla aynı “doğru” tespitin ortak öznesi olmaktan onur duyacak değilim. Ama böylesine büyük bir camianın bir numaralı isminin “her şeyin farkında olması” da beni ziyadesiyle mutlu etmeye yetti.

Rahmetli Kazım Koyuncu’yu mezarında ziyaret eden taraftar gruplarının, kendi gruplarının isimleri yazılı çeşitli “ürünlerini” göze sokarcasına öne çıkarması ve bu ürünleri kendi sitelerinde “pazarlaması” nasıl beni rahatsız ettiyse, Fenerbahçeli grubun sevgi kutucuğuyla gizlenmiş ticaret hesabı da Yıldırım’ı öyle rahatsız etmiş, belli ki.. Ve Yıldırım kendi kurallarını işletecek güce sahip olduğu için sonuç almayı ve kendi markasını “kirlenmekten korumayı” nispeten de olsa başarmış..

Kulüpler lisanslı ürünlerini zaten satıyorlar ve bunun vergisini de veriyorlar. Bir taraftar, takımına olan sevgisini lisanslı ürünleri alarak gösterebilir, doğru olanı da budur. Ama kimi “tatlı su çakalları” şehre ve takıma duyulan güveni banka hesaplarına havale edebiliyorlar. Elbette ki, bu işi sadece iyi niyetle yapan yüzlerce taraftar da var, vardır. Ama kişisel olarak taraftar gruplarının hacimlerinin, iştahlarıyla birlikte büyüdüğüne inanıyorum.

Türk futbolunu kanser gibi saran yeni virüsün adı “rant kaygılı taraftar gruplarıdır”. Bunu yazdı diye Sedat Tunalı’ya ilk saldıracak çapsız sazan için akvaryumumuz da hazır, merakla bekliyoruz.

Fenerbahçe dışında kalan “ötekilerin” de sayın Yıldırım’ı takip edip renk sevdasının suistimalini ve ranta dönüşmesini engellemeye çağırıyorum. Trabzon’dan Mahmut Aksu’ya bu kutsal mücadelesinde başarılar dileyip diğer iki hacimliye; Galatasaray ve Beşiktaş’a seslenelim şimdi:

Sayın Demirören, sayın Polat; sesimiz geliyor mu? Façanız yiyor mu?

Hadi siz de Aziz Yıldırım ve sözünü tutacağına inandığımız Mahmut Aksu gibi tribün gruplarının nemalarını kesin de Türk futbolu biraz nefes alsın..

Tribün terörünü sona erdirmeye;
Mertçe mücadeleye zemin hazırlamaya;
Gerçek futbolseverleri tribünlere çekmeye;
Futbolumuzu rant pisliğinden arındırmaya;

Cesaretiniz var mı?

GÖZTEPE EA HASTANE İSE ÇAPA TIP FAKÜLTESİ NE..?

Herhangi bir yakınınızı tedavi olmak amacıyla hastaneye götürmeniz gerekirse ve bu hastane Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi olmak zorundaysa , bilime değil de allaha sığınmanızı tavsiye ederim. Geçen hafta bu hastanede yaşadıklarımızı ve tanık olduklarımızı yazmaya kalksam bilime ve insanlığa olan inancınız sıfırlanır ve ülkemizdeki çarpık sağlık sistemine isyan edersiniz. Yakın çevremi uyardım siz okurlarımı uyarmayı da insanlık görevi sayıyorum; sakın ola çok zorunlu olmadıkça yakınlarınızı bu hastaneye götürmeyin! Bunu söylerken, o kokuşmuş sistemin içinde bile bir şeyler yapmaya çalışan ve içindeki “insanı” her şeye karşın ayakta tutmaya çabalayan Dr. Yasemin Kandi ve onun özelinde tüm “iyi” insanları ayrı bir yere koyduğumuzu da ekleyelim.

Göztepe’deki sağlık sistemi trajedisinden sonra gittiğimiz Çapa Tıp Fakültesi’nde, bir hastanenin nasıl olması gerektiğinin yanıtlarını gördük ve ülkemiz adına bir nebze olsun teselli bulduk. Çapa Tıp Fakültesi’nin kendi içindeki işleyişi ve uygulamalarını, tüm fiziki olanaksızlıklara ve kaostan beslendiği hissi veren iç dinamiğine rağmen üstelik, Göztepe EA Hastanesi ile karşılaştırmak gibi bir abesle iştigal niyetinde değilim. Çapa Tıp
Fakültesi’nde de yolunda gitmeyen birçok şey var, ama sonuçta bir “hastanede” olduğunuzu hissediyor ve gerçekten “araştıran-sorgulayan” tıp adamlarına emanet olduğunuzu yaşayarak görüyorsunuz. Devlet Hastanelerini “adres” olarak kullanıp vatandaşın “ayağını alıştıran” sağlık personeli sayımızı, Çapa örneğindeki “bilim adamı” sayısının altına çekemediğimiz sürece; ne sağlık sistemimizi ne de toplumsal dönüşümlerimizi çağdaş düzeye taşıyabiliriz. Göztepe’de insanlık ve sağlık sistemine dair yaşadığımız büyük hayal kırıklığını Çapa’da yeniden yeşerten, başta Prof. Dr. Ali Akyüz ve Prof. Dr. Yener Temelli olmak üzere; Prof. Dr. Cemalettin Ertekin, Prof. M Taviloğlu, Uzman Ali Fuat Kaan Gök ve Dr Cemal Cevheroğlu’na “insanlık” adına, sevgilerimi sunuyorum.Bu kişisel bir şey değil, lütfen “derdimizi” doğru okuyun.. Bu arada gece muhabirliği yaptığım ve Çapa’da nöbet beklediğim 15 yıl öncesinden bu yana tanıdığım, Acil Cerrahi Servisi’ni “çekip çeviren” ve gelen her acil vakayı “insanca” karşılamayı büyük bir özveriyle sürdüregelen Erol Sarı ve sağ kolu Serkan Alfak’a da selamlarımız gönderelim..

YÜZYILIN SOYGUN HAREKETİ; DURMAK YOK YOLA DEVAM!

Deniz Feneri odaklı utanç vesikaları her gün medya da yazılıyor, anlatılıyor, söyleniyor..En az bilgi sahibi olanımız, en iyi niyetlimiz bile, ortada “Allah ile aldatmak” olduğunu kavradı artık. RTÜK Başkanı olan şahsın tüm iddia, belge ve kanaate rağmen hala orada kalabiliyor olması, insana dair umutlarımızı biraz daha zayıflatıyor.

Belli olmuştur ki; merhamet avcılığıyla elde edilen ve resmi kayıtlara göre 41, gayri resmi hesaplara göre 250-300 milyon avroyu bulan “merhamet hortumu” , Armada olarak, gemi olarak, villa olarak, taksi filosu olarak birkaç kişinin doymak bilmez iştahlarına kurban olmuştur. Ne diyordu yanar dönerciler; “İyilik hareketimiz son yoksula ulaşıncaya kadar devam edecektir” Yani siz bu sloganı şöyle okuyun;

Kurtarılmış Yoksullar Listesi
1-K.Z
2-A.Z
3-M.K
4-M.G
5-M.T

Mızrağı çuvala sığdırabilirsek size de sıra gelecek! Amin!!
Bu arada, malum soyguncularla ilgili en doğru ve özel haberleri veren Habertürk’ten Ali Gülen’e de bir meslektaşı olarak teşekkürlerimizi iletelim

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: