Futbolumuzun devre arası rehabilitasyon merkezi, malum Antalya. Hakemlerimizin başı olarak Oğuz Sarvan da, tüm ekibini Antalya’da toplayarak ilk yarı değerlendirmesi yaptı. Medya mensuplarının da katılımıyla; meslek içi değerlendirme ve hatalardan arınma toplantısından ziyade, bir kaynaşma toplantısı olarak öne çıkan bu buluşma, bize de şeytanın avukatlığı cüppesini giydirdi.
Tecrübeli gazeteci Tayfun Bayındır’ın yönetiminde gerçekleşen bir seminer sırasında yaşanan kimi diyaloglar, aslında, tüm tarafların bir orta oyununun figürleri olduğunu bir kez daha belleğime kazıdı.
Bir meslektaşım olarak, mesela, Tayfun Bayındır’ın semineri yönetirken verdiği fotoğraf, bir gazeteciden çok apartman yöneticisi samimiyetini hatırlattı. Toplantıya katılan bir gazeteci soru soruyor mesela, sayın Bayındır “Hüseyin bu soruya sen yanıt ver, sen hiç konuşmadın” diyebiliyor. Hüseyin dediği, Göçek olan, hakem kardeşimiz yani. Bunda ne var diyenler olabilir, burada şu var; kamu hizmeti gören gazeteciler, muhataplarıyla asgari bir hitap düzeyi tutturmak zorundadır, aksi halde güvenilirlilik sorgulanmaya başlar. Derdini anlatmak için kurduğu cümleye “Tayfun abi” diye başlayan Selçuk Dereli’nin samimiyetine inanıyorum, aynı şekilde Bayındır’ın da “şekil yapmadığını” düşünüyorum, ama sorun bu değil, umarım anlaşılmıştır derdimiz.
Aynı toplantıda Sayın Oğuz Sarvan, bir Galatasaray – Malatya maçında yaptığı vahim bir hatayı yıllar sonra nasıl fark ettiğini anlattı. Bu örneği de , hakemlere yönelik “hakkınızda yazılanları okumayın” açıklaması nedeniyle yaptığını vurguladı. Anlatımına göre; söz konusu maç öncesi çevresinde bulunan Galatasaraylıların kendisine yönelik, mealen, “hoca bizi koru” ricaları bilinç altına yerleşerek, bariz bir penaltıyı görmemesine neden olmuş! Bu insanca paylaşımı için kendisine teşekkür ederiz, lakin bu ricalar neden hep Türk hakemlerinin bilinç altına yerleşiyor da, mesela MANU baskısı altındaki İngiliz hakemlerin bilinçaltına yerleşemiyor. Bilinç dediğimiz şey Türk’te başka İngiliz’de başka mı tezahür eder?
“Okumayın” dediğiniz hakemlerimizin, toplumda yaşayan birer birey olarak ziyadesiyle kolaylaşan iletişim olanakları da varken üstelik, “okumayın” önerinizi dikkate al-a-mayacakları da aşikar iken, sizin anlattığınız “bilinç tutulması”nın tekrarlanmayacağına garanti verebilir misiniz?
Cem Papila ve Metin Tokat, mesela, BJK ve Trabzon’u “doğrarlarken” de, kulaklarına üflenen kimi “ricalar” nedeniyle “bilinç tutulması” yaşamış olabilirler mi?, ne dersiniz?
Bir de sayın Sarvan; uluslar arası hiçbir üst düzey turnuvaya çağrılacak “güveni” oluşturamayan Türk hakemliğini gerçekten başarılı mı buluyor musunuz? Türk hakemliğinin başarı ölçütü; “hiçbir kazaya sebebiyet vermeden” sırasıyla Fenerbahçe ve Galatasaray’ı şampiyon yapmak, ara sıra da BJK’ya sus payı vermek olabilir mi mesela?
Bir de, Selçuk Dereli, “Maç satmayız” demiş! Pes! Bu kadarına ancak Çüş denir! Yok bir de satsaydınız!
FEDERASYON BAŞKANI TAKIM TUTAR MI?
Elbette tutar, bunu deklere de eder hatta, bunda abes olan hiçbir şey yok. Biliriz ki, aslolan kişinin sağlam bir karaktere, vicdana ve adalet duygusuna sahip olmasıdır. Bu pencereden bakınca da, Özgener dahil, her ferdin tuttuğu takımı açıklamasında bir beis görmüyorum.
Ama işte, ilk yarının en centilmen seyirci topluluğunu hedef gösterebilen bir yönetici yorumunu çok da güvenilir bulmuyoruz. Türk futbolunun ve hakemliğinin ihtiyacı profesyonellik değil; güce tapmayan ve adalete inanan yepyeni bir insan tipinin inşasıdır.
Bir Cevap Yazın