Türk medyasının tarihin hiçbir döneminde birincil ahlak kaygısı olmamıştır, kurum ve zümre çıkarları söz konusu olduğunda ilk terk edilen adamlık ve ahlak olmuş, renklerin ve çıkarların körleştirdiği vicdanlar buharlaşmış, adalet arkaik bir efsaneye dönüşmüştür.
Namık Sevik ve İslam Çupi gibi eli öpülesi ve bugünden bakınca tanrısal mitlere dönüşen büyük üstadlarımız bizi affetsin, ama durum bu kadar ağırdır. Yaşayan üstad olarak gördüğümüz Atilla Gökçe’nin bile “sessiz” kaldığı Emenike skandalı spor medyasının düştüğü çukurun en net ifadesi olmuş, pis koku dayanılır olmaktan çıkmıştır.
Hayat kendi sorularını yaratabilen kişileri her zaman bir adım öne koymuştur ve gazeteci kendi sorularını yaratabildiği ölçüde gazetecidir.
Emenike skandalının ahlaki boyutunu merak eden tek bir oligarşi gazetecisi çıkmadıysa, bunun anlamı spor gazeteciliğinin iflas ettiği gerçeğidir. Herhangi bir ülkede herhangi bir kişi veya kurumu eleştirirken ya da “aşağılayan” tespitler yaparken çok dikkatli olunması gerektiğini iyi biliyorum. Spor medyamızın bu durumunu değerlendirirken de , gücün karşısında köleleşen kişilerden çok, bu ortama zemin hazırlayan Kültürel iklimimizi sorgulamamız ve yargılamamız gerektiğinin farkındayım.
Bir spor kulübünün başkanı “ben şampiyonluğun sahada kazanılmadığını öğrendim” diyor ve sadece 8 ay sonra şaibeli bir şampiyonluğun Başkanı olabiliyorsa, orada sorgulanması gereken o Başkan değil, o kirli iklim ve kültürdür. Zira, şaibeleri ayyuka çıkan şampiyonluğu kişiler üzerinden sorgulamaya kalkarsanız herkes kendince bir çıkış yolu ve teselli bulacaktır.
İşte medyanın rolü tam da burada ortaya çıkmalı ve bu Makyavelizmi sorgulamalıydı, yapmadılar, yapamazdılar, aynı iklim onları da “mutlu” ediyordu çünkü, vazgeçmek kolay olmazdı varolandan…
Trabzonspor’a karşı bitmek tükenmek bilmeyen öfkelerinin ve aşağılık komplekslerinin nedeni de budur;
Trabzon varolan kokuşmuş düzeni yerle bir etmişti ve hala daha tehlike savuşturulabilmiş değildir!
İşin kötüsü savuşturulabileceğine dair inançları da sıfır noktasına çok yakındır. Zira her şeyin bir değeri olduğundan çok bir fiyatı olduğuna inanan bu oligarşik güruh ve onun beslemeleri, 28 yıldır şampiyon olamamasına rağmen taraftar sayısını neredeyse ikiye katlayan sevgiyi ve aidiyeti kavrayacak zekaya da sahip değillerdir.
Emenike Türk medyasının ve tüm ülke entelektüellerinin tepesinde ahlağın demokles kılıcı olarak sallanacaktır. Ve biz bu suskunluğun utancını her platformda dile getirmeye devam edecepiz.
EB BENİ TEMSİL EDEMEZ! BEN BU MİLLİ TAKIMI REDDEDİYORUM!
Adını yazmaktan hicap duyduğum bir sevgisiz çirkefin bir milli spor karşılaşmasında beni temsil etmesine sessiz kalamam. EB gibi biri beni asla temsil edemez, bu milli takım benim milli takımım olamaz.
Ben Atatürk Türkiye’sinin bir çocuğu olduğum kadar insanlık ailesinin de şerefli ve ahlaklı bir ferdiyim.
Sporcunun zeki çevik ve ahlaklısını severiz, ve insanlığa insan olduğu için değer veren kişilikleri elbette…
EB ikisi de değildir, EB spor sahalarında çirkefliğin kitabına her maçta yeni baskılar yapan bir sevgisiz, EB dostluk maçında oyunun başında kırmızı kart gören bir şımarık, EB rakip milli oyunculara tekme tokat saldıran bir gözüdönük, EB adı şike şaibelerine karışmış bir bulanık, EB ırkçı söylemleriyle “resmen” dışlanmış bir ırkçıdır.
EB beni temsil edemez, EB milli formayı giydiği sürece ben Bu takımı bütünüyle REDDEDİYORUM
NAZIM HİKMET…
Kimilerine göre Dünya’nın en büyük birkaç şairinden biri, kimilerine göre değil, değilden fazlası kimi…
Türkiye’mizde şiiri ideolojinin arkasına atanlar açısından çok kez Nazım Hikmet sürekli Necip Fazıl Kısakürek tetiklemesinin otomatiği oldu, ve hem NH hem de NFK’yı anlamaktan uzak kalan milyonlarca güzel insan çok şey kaçırdı. Oysa sanat açısından bakıldığında her iki isim, ve elbette daha birçok şairin muhteşem dizeleri ve duyguları insanımızla eksik buluşmalar yaşadı, eksildik zenginliklerimizle…
Ben Nazım Hikmet’in yerine kimseyi koyamam şairlik bahsinde, bir başkası da bir başkasını, bunun anlaşılma yanı yoktur. Anlaşılmaz olan şiirin ideolojiye kurban verilmesine sessiz kalınmasıydı, umalımki bundan sonra öyle olmasın.
Elbette şairlerin de ideolojileri olacaktır, nitekim bu iki sembol ismin de ideolojileri vardı. Ama birazcık gönül gözü açık her insan bilir ki , şariler ideolojilere tutsak olmazlar, olamazlar, olsalardı ortaya bu şiirler çıkmaz, çıkamazdı…
Ne demişti koca şair sevgiyi tarif ederken
“seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi / geceleyin ateşler içinde uyanarak / ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi”
Nazım Hikmet’e “soğuk” duran kardeşlerim şu sevgi tarifini gözlerini kapatarak bir “okusunlar” lütfen, ve sonra böyle bir tarifin hangi yürekten çıkabilecğeini düşünsünler…
Ağzını dayayıp musluğa su içer gibi…
Bir Cevap Yazın