3 Temmuz süreciyle başlayan skandallar dizisinde öyle bir noktaya geldik ki, hırsızın hiç suçu yokmuş meğer.
Şikeci olduğu mahkemece tescillenmiş kulüp başkanı toplumun en muteber figürlerinden biri olarak en azından kendi camiasından itibar görmeye, tescilli bir şikeci olarak kapısından bir geçmemesi gereken spor alanlarına imparator edasıyla girmeye ve sağı solu tehdit etmeye devam edebiliyor.
Tüm bunlar yetmiyor, korkarız ki, şikeyle kupası, sevinci, gururu çalınan Trabzonsporlulardan “siz olmasaydınız şike yapmak zorunda kalmayacaktık, hadi özür dileyin bizden” noktasına doğru hızla gidiyoruz.
İstanbul’a kar yağmadan kışın geldiğini fark etmeyen bir günlük yaşam pratiği ve yerlerde sürünen entelektüel empati düzeyi ile oturduğu yerden ahkam kesmeyi yazarlık, düşünce adamlığı ya da akillik olarak yaşayan ve bunu utanmadan “satan” toplumsal bir katmanı var bu ülkenin.
Her kurumca şike yaptığı için cezalandırılmış bir figürün peşinde gitmeyi “solculuk” olarak algılayıp, şu veya bu sosyolojiden beslenerek bir de allayıp pullayıp, gülünç gerekçelerle üstüne bir de kutsadıktan sonra masum kitleleri “aldatan” aydınlarımız var.
Hatta utanmazlığın sınırları delik deşik edildiği için, ülkenin en büyük kapitalistinden CHE yaratacak kadar sol geleneğe hakarete cüret edenler bir de .
Yaşanılan gün ve gündemle bu trajediyi göremiyor olmaları, tarihe kaydı düşen bu çukurlaşmadan paylarına düşen utancı günün birinde yaşamayacakları anlamına gelmez.
Kimse korkmasın. 17 yaşındaki bir genç hakeme saldırdı diye Türkiye dünyaya rezil olmaz.
Beyoğlu’nda 2 İngiliz’i , İnönü’de gencecik bir taraftarı öldürdüğümüzde , Şükrü Saraçoğlu’ndaki o malum komik ve dehşet görüntüleriyle rezil olmadığımız Dünya’ya yine rezil olmayız.
Malum Türkiye şikeyi dopingi ırkçılığı bir güzel sindirip içselleştirmiş bir ülke olarak tüm dünyada süper bir reklam yaptı. Japon Başbakanın ya da Molde takımı teknik direktörünün Türkiye algısını özetleyen ifadeleri her onurlu insan için ızdıraptır.
Rezil olmak da yasak zaten? Hele 17 yaşındaki çocuk üzerinden hiç rezil olmayız. Relax…
Bu arada, Veli Küçük’ün Giresun’da olduğu yıllarda Trabzon ve çevresinde “artan” 17 yaş altı genç cerahimleri ni hatırladığımızda, bu son 17 yaş eylemi de çok dikkatli olarak incelenmek zorundadır. Trabzon emniyetindeki cemaatçi yapı ne kadar kırıldı ya da çözülemeyen bağlantılar hala var mı bilemiyoruz elbette, ama bu konu çok önemli…
EY TFF! U-17 HÜLLESİ İÇİN BİR AÇIKLAMANIZ OLACAK MI?
Yeni Yüzyıl’daki ilk yazımızda, U-17 Elit ligde TFF eliyle organize edilen ve en basit haliyle “Bir kulüp lehine hülle” olarak tanımlayabileceğimiz akıl almaz tarafgirliği belgesiyle birlikte yayınladık. TFF cephesinden geçen bir hafta içinde hiç ses çıkmadı, herhangi bir açıklama yapılmadı.
Şampiyon olduklarını zannederken maç oynanırken değiştirilen statülerle ligde 4 maçın dördünde de fark atarak yendiği iki takımın finale “yükseltildiği”ne tanıklık eden 17 yaşındaki Trabzonlu gençlerin, bu ülkeye sadakat ve güven sorunu yaşamalarından daha doğal bir sonuç olabilir mi ?
TFF’nin bir açıklaması olacaksa bu köşeden duyurmaya hazırız. Ama bilmeliler ki bu utancı susarak unutturmalarına izin vermeyeceğiz.
**
23 NİSAN FOTOĞRAFINA BİLE ENGEL OLAN KAFA!
Bu fotoğrafa iyi bakın. Trabzonspor’un yurt genelindeki 33 futbol okulundan biri burası. Aynı spor tesisinin iki ayrı halı sahasından birini TS kullanırken, yan halı sahada da Fenerbahçeli çocuklarımız futbol öğreniyor.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Fenerbahçe Futbol Okulunun sorumlusu şirin mi şirin, sevimli mi sevimli, tonton mı tonton abimize, amcamıza, dedemize, ne derkse diyelim içinde sevgi dolu hitaplarımızın öznesi ne “ Bugün 23 Nisan, çocuklarımıza karma bir fotoğraf çektirip medya üzerinden paylaşalım, ‘çocuklardan yukarıdaki kavgaya inat kardeşlik ve dostluk mesajı’ temalı bir haber yapalım teklifinde bulunduk.
Tonton amcamızın da çok hoşuna gitti bu teklif. Çok iyi olur dedi. Sevindi, sevincini gözlerinde görmemek mümkün değildi.
“Ama evladım” dedi , “ bana izin verin de ben kulübe bir sorayım bunu, sormadan fotoğraf çektirdik diye sorun çıkmasın”
Fenerbahçe’yi idare eden zihniyeti bildiğimiz için “hay hay” dedik , “ siz sorun biz sizden haber bekleyelim, yarın da (24 Nisan Pazar) burada birlikteyiz, yarın çekeriz fotoyu”
Yarın oldu sonra…
Yasal yolların dışına çıkmış büyüklerce birbirine ötekileştirilmiş çocukları bu ülkenin, yan yana ama birbirlerinden binlerce kilometre uzaklaştırılmış çocukları , üstelik kendi bayram günlerinde bile, bir araya gelip birbirlerine sarılamadılar.
Belli ki izin çıkmamıştı. Tekrar gidip o tonton hocamızı rahatsız etmek kabalık olacaktı.
Çektiremedik o 23 Nisan hatırası dostluk fotoğrafını.
8-9 yaşındaki çocukları kinlerine ortak eden o narsist ve faşist kafaları hayatlarımızdan kazıyıp atamazsak, ne bizleri ne de çok daha önemlisi çocuklarımızı güzel günler beklemiyor.
Dayımoğlu Kazancakis, Zorba’ca konuşur!
Komşumuz ihtiyar bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; ‘Aleksi’ dedi, ‘Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.’
Bir Cevap Yazın