
Bir kalenderi dervişini anlatan yazı nerede başlar;
Irmağın bitmeyen akışında mı, her bahar yapraklarını aynı özen ve sevinçle kuşanan çınarın vakarında mı, yeryüzünün tozuyla kirlenmiş semayı yıkaya yıkaya kendisini hasretle bekleyen ‘toprağa rahmet’ yağmurda mı veya, ya da bir kuytusunda yaşamın annesiz kalmış bir yavru kediyi sarıp sarmalayan yürekte mi , kimbilir belki de ” devlet dersinde tahtaya kaldırılmış yoksul bir halk çocukları isyanının” başında, kalbinde…
Biz 60’lı yılların ikinci yarısında doğan Trabzonlu çocuklar için futbol bir oyundan fazlası oldu hep. Özellikle şehirde yaşayan çocuklar için futbol büyüklerimizi de kendinden geçiren şamanist bir ayindi. Ayaklarımızın üstünde durabildiğimiz an evi terkedip sabahtan akşama sokağı yaşayan, mahalleli ve mahallenin güven veren kollarında bir çocukluk çoğaltan biz çocuklar için büyüklerin ayinine katılmak bayram sevinciydi, tarifsiz.
Mahallemiz Arafilboy’un Kıran denen mini bir tepe düzünde abilerimizin birbirleri aralarında yaptıkları maçları ve kazanma arzusunun şehvete dönüştüğü anları kavramak hiçbir zaman kolay olmadı. Öyle ki bu duygu yoğunlaşmasının izlerini yazar Marquis De Sade’e kadar aramadığım yer kalmadı, belki benim gibi yüzlerce 1965 sonrası çocuk, delikanlı, yetişkin gibi, ki arayışımız belli ki ömür tüketecek…
Sevgili gazeteci abim İhsan Öksüz’ün Ahmet Suat biyografisindeki bir Servet Ôzkara cümlesinde saklıydı hocamız; “acemiler efsane Trabzonspor 4 büyükten biri oldu ama kendisi hep Suat abi olarak kaldı”
Zaman zaman Kemeraltı’na yolu düşen her Trabzonlu delikanlı için , numara 6 bir futbol dervişinin, bir kalender çelebinin kendi mahfilinde o sade hayatını tükettiği bir dergahtı. Suat hocayla göz teması kurmaktan belli belirsiz bir içgüdüyle kaçınır, olur da bize seslenip çağırır diye de sessiz bir sinemasal eda ve aslında iddialı bir geçişle adımızı duymak isterdik, düş olarak kaldı yazık
Ama şöyle iki anımız da var.
Biz Trabzon gençleri icin sanırım 1980-82 arası bir tarihte Trabzon Beden Terbiyesi Bölge Md’lüğü 19 Mayıs Kapalı Spor Salonu’da “Penaltı nasıl atılmalı” adlı bir seminer düzenledi, semineri veren de sevgili ve kutsal büyüğümüz Ahmet Suat. Niye o diyenlere kısa not; hoca faal futbolculuk döneminde klas penaltı vuruşlarıyla ünlüydü ve kaçırdığı görülmemişti. İdmanocağı formasıyla bir penaltı kaçırınca da bu Trabzon’da uzun zaman konuşulmuştu. Ben de bugünün 1461 Trabzon takımı olan Doğanspor yıldız takımının duran topları kullanan oyuncularından biriyim. O dönem hocamız olan sevgili Eşref Akyazı bu seminere katılmamı istedi. Ahmet Suat’a bu kadar yakın olmak, ikili diyalog kurmak müthiş bir özgüven kazanımı olacaktı.
Hepimize “bildiğiniz bir fıkra anlatarak kendinizi tanıtın” diyerek heycanımızı çelebice yatıştırmıştı. O seminer sonrası heyecandan olacak Yavuz Selim’deki ilk maçımızda penaltıyı kaçırmış Esref hocadan zılgıtı yemiştim, bir tür eğitim zayiatı;)
Çelebi hocamla ikinci anım İstanbul’dan. O, Çelebiç’li Sarıyer teknik direktörü , ben İstanbul İletisim Fakültesi öğrencisi. Bir yakınımız kanalıyla Sarıyer’de idmanlara çıkmam için haber gönderdi, biz o sıralar Türkiye’de Sosyalist Devrim gibi çok ciddi bir misyon edinmiştik , futbol filan uzaktı , bir gün öğlen vakti Eminönü’nden Sarıyer otobüsüne binerek Yusuf Ziya Eniş’e, stada ulaştığımda akşam olmak üzereydi ve anlamıştım ki okul ve devrim varken;) futbol imkansızdı, hiç hocama görünmeden geri döndüm. Hakkını helal et hocam…
Kalenderi dervisinin dergahı olarak gördüğüm dükkanına bir kere de çok sevgili babam Seyfullah Kınalı ile uğramış , onlar çayını içerken bana da sarı kurabiye ikram edilmişti. 5-6 yaşlarımdan bir anı, ne konuşuldu bilmiyorum ama , Trabzon ‘un her köyünde ihtiyaç duyulan 1001 çeşit ürünün satıldığı Numara 6 daki bu sohbette futbolun tali bir konu olduğu sezisi içmde durur.
Trabzonspor’un ilk şampiyonluğunu belki dünyada eşi bir kez daha yazılamayacak bir coşku, adanmışlık, kendinde kayboluş, memleketten uzakta memleket duygusunda yokoluşa tarifsiz bir destana dönüştüren Nihat Genç, belki hayattaki en anlamlı yazılarında birini de birkaç gün önce ‘Suat abisi’ için yazdı. Bu dervişan, Nihat Genç kuşağının abisiydi ve bir ‘abi’nin nasıl kutsal bir sıfata dönüştüğünün de simgesiydi. Okumayana vah…
Hep şöyle hissettik.
Ahmet Suat Özyazıcı bir futbol dervişi, dükkan içindeki asma kat mahfili bu dervişin dergâhı, oynanan her maç şehrin ayini ve stadı dolduran taraftar da müritleriydi.
Türkiye’mizin futbol iklimi Ahmet Suat öncesi şu resmi veriyordu;
Osmanlının imtiyazlarıyla cumhuriyet coşkusuna kavuşan üç İstanbullunun başarıyı kendilerine amade kılınmış bir alışkanlığa dönüştürüp evcilleştirmesi, “Türk Futbolu” ön kabulû ile kitlelere dayatılıyor, minik isyan girişimleri de kolayca bastırılıyordu.
Merkezi iktidarların futbolu iktidar olma ve iktidarda kalma aparatı olarak kullanmaları normalleşmiş, İstanbul veülkenin ekonomik, kültürel ve sair sosyal alanları da 3 büyüğe kodlanmıştı. İstanbul’a kar yağmadan ülkeye kış gelmesi bu gerici koalisyonla adeta yasaklanmıştı.
Hayat, işte bu adaletsiz dayanışma ile kendine saygı duyulası bir karakter inşa etmesinin önü kesilen futbolumuzun imdadına Karadenizli delikanlılardan bir takım kuran kasketli ve iddialı bir tevazuyu, Ahmet Suat’ı sürmüştü sahaya.
Trabzon’u yaşayan herkesin başında bir Demokles kılıcı olan kibrin gölgesi bile düşmedi üzerine. İstanbul medyasının manşetlerine taşınan zaferlerin komutanı, ertesi gün sessizce sabah namazı doğallığıyla düşüyordu Kemeraltı Numara 6’ya. Futbolculuk günlerinden yoldaşı komşusu Kuş Faik başta, ‘ahi’ komşularla hiç abartıya kaçmayan bir maç değerlendirmesi ve hemen sokağın ritüeline geçiş.
Hiçbir başarısıyla kasılmadı, hiçbir rakibinden esprili sevgisini esirgemedi. Van Gogh fırçası, Bedri Rahmi dizesi, Neşet Ertaş türküsüydü ; Türk fubolundaki ilk ve tek devrimin şehrine ve ülkesine adanmış sessiz lideriydi O.
Birkaç nesli birden etkileyen ,1960 ve sonrasında doğan her Trabzonlu ve Trabzonsporluya ayrı bir kimlik armağan eden devrimin 1 numarası olarak, bu durumu 1 kez olsun dillendirmeme erdeminin günümüz değerler dünyasında karşılığı kalmadı. Futbolumuzun son çelebisi “ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım” naifliğinde göçüp gitti bu dünyadan.
Ruhun şad rahmetin daim mekanın cennet olsun Ahmet Suat Çelebi. Çocukluğumuzun gül hırsızlıklarının mekânı Sülüklü Mezarlığının gülleri de artık sen kokacak, bizim payımıza da o kokuyu içimize çekerek ruhumuzu ütülemek düşecek.
“Bağban bir gül için bin hare hizmetkâr olur”

Bir Cevap Yazın