Değirmendere’de oturduğumuz yıllar..
“Şehir Stadı”ndaki maçlara bir şekilde sızıverirdik de, deplasmanlara gitmek, yaşımızı boyumuzu aşan bir rüyaydı. Efendi’nin Haci Seyfi sayesinde bu tadı da birkaç kez çocuk dünyamızın en değerli köşsine oturttuk gerçi, ama hep bir eksiklik duygusu kaldı içimizde.
İşte gidemediğimiz deplasmanlardan biriydi Eskişehir ve kendimizi radyoya esir edip ana spikerden “mikrofonlarımız Eskişehir’de” cümlesini duyunca, içimize korkuya sevinç aynı derecede yer ederdi. Çok saygı duyardık Eskişehir’e ve çok da çekinirdik. Bendeki bu çekincenin en önemli nedeni, sanırım, babamın Eskişehir takımı hakkında hep “iyi” şeyler söylemesiydi. Doğrusu, izleyen yıllarda babamı haksız çıkaracak hiç bir fotoğrafın içinde görmedim Eskişehir’i ve bundan da Türk Futbolu açısından ziyadesiyle mutluyum.
İşte böyle saygıdeğer bir rakiple yıllar süren bir ayrılık sonucu yeniden oynama onuruna kavuştu Trabzonspor. Hafta içinin “kukla federasyon ve tetikçi hakemleri” tartışmaları altındaki bir maça verilebilecek en düzgün isimdi Fırat Aydınus ve tansiyonu elinde tutmayı da başardı. Verdiği tartışmalı penaltı kararını, Eskişehirli Serdar’ın artistik düşüşlerine gösterdiği goşgörü ile dengeledi. Bu arada, penaltının kaçmasına üzülen kaç Trabzonsporlu vardı merak ediyorum.
“Sağlam” Trabzon defansı, tek Eskişehir atağını kabul buyurarak, daha çok eksiği olduğunu bir kez daha gösterdi. Tandem ikiliden ziyade, Ersun Yanal’ın bir türlü vazgeçemediği Serkan Balcı’nın pozisyon hatası olarak yorumlanabilecek bu hatalar zinciriyle gelen gol, aslında bu yılın klasiklerinden birinin daha sahneye konacağının işaretiydi aslında. Önce tartışmalı penaltı geldi, sonra Gökhan Ünal kalitesine yaraşır bir gol. Kora kor mücadeleyi kısır kılan en büyük yanlış, Ersun Yanal’ın Selçuk’a yer açmak için Colman’ı çizgiye mahkum etmesiydi. Geronimo Colman, belli ki “yabancı” lığının bedelini ödüyor ve maalesef her koşulda arkasında duran bir “ağabeyi” de yok. Lakin kaybeden Colman değil, Trabzon oluyor.
Eskişehirspor’un 10 numaralı oyuncusu Serdar Özbayraktar, geçen yıldan beri izleyip beğendiğim bir oyuncu. Oyunculuk kalitesi her geçen maç biraz daha artan Hopa doğumlu bu oyuncu, İnönü Stadı’nda sahalarımızın en efenedi oyuncusu Rüştü’ye kasti tekme atarak kafamızda ilk soru işaretlerini yaratmıştı. Avni Aker’deki artistik ve tahrik edici Arif Erdem ve Selçuk Yulavari düşüşleriyle de kuşkumuzu kanıya dönüştürdü. Serdar Özbayraktar, kalite – ahlak dengesini tutturmak zorunda, tabi büyük bir camiada oynamak istiyorsa. Etikten yoksun bu footğrafıyla fena halde antipatik olduğunu ve oyunculuk yeteneklerine ihanet ettiğini birileri kendisine söylemeli.
Kişisel olarak çok beğendiğim futbolcu karakterlerinden biri olan Eskişehirsporlu Tayfun’un, “ilk sarı kartı ne zaman gördüm ben” konulu teatral gösterisine inanan kaç kişi var bilmiyorum, ama ben buna rağmen Tayfun’a olan sempatimden birşey kaybetmedim. Evet futbolcuların biraz hergele tarafları olmalı ve işte Tayfun’un ki de ölçülü bir yaramaz çocuk tavrıydı.tabi bana göre..
Gökhan Ünal ilk yarının son maçında da olsa, aslında “farklı bir kumaş” olduğunu belgeledi. Yattara hala yerinde sayıyor, Barış Memiş hala olması gereken mental yapının çok uzağında, Selçuk hala kendi kalitesine Kaf dağı hasreti içinde..Ve bu tablo içinde Trabzon takımı 34 puanla ilk yarıyı zirvede tamamladı. Geniş değerlendirmeyi sonraya saklayalım.
Eskişehirspor; Serdar Özbayraktar dışında, hala bildiğimiz, saygı duyulası rakip olarak iz bıraktı Trabzon’da. Bu ligin düşme korkusu yaşamayacak takımlaırndan biri olmak, kırmızı şimşeklere yetiyorsa, bizim de sözümüz olmaz..Yetmemeli..
Bir Cevap Yazın