Geride bıraktığımız hafta spor gündemine damgasını vuran olay hiç kuşkusuz Yusuf Şimşek transferi ekseninde yaşananlar ve Sadri Şener’in sergilediği duruş oldu.
Kakafonide en zayıf seslerin sahibi Bursaspor penceresinden olay çok kolayca halledildi ve zaten camia da bu durumu fazla “dert” etmedi. Bir Bursaspor yöneticisi, Trabzon cenahının neden feveran ettiğini anlayamadığını, hayretle, ifade ederek “bu sonuçta bir ticarettir ve biz daha fazla para verene sattık.” Bu cümleyi kuran, kurabilen bir yöneticiye, böylesi bir “satış” olayının sadece futbolcuyla sınırlı kalamayacağını, gözle görülmeyen bazı “şey”lerin de yara aldığını anlatmanın bir manası yok. Bursa cephesi için konu bu kadar basitti belli ki, kendileri bilir elbet, lakin kişisel olarak Bursaspor yönetiminin bu tavrının, Bursaspor’u oluşturan değerler ve tribünler açısından çok da kabul görmediğine de eminim. Bu fasıl bu kadar.
Yıldırım Demirören’in, Beşiktaş’ı oluşturan değerler bütününün bir çoğundan habersiz olduğunu düşünüyorum. Yıllardır süregelen başarısızlığın altında ziyadesiyle ezilen bir “başkan” portresi olarak Demirören’e belli bir tolerans gösterilmesi gereği de bir görüş olarak öne sürülebilir, bu da anlaşılır bir “insani” duruştur.
Lakin, Demirören’in iyi niyetli “çabalamalarının” neredeyse hiçbir camiaya ve markaya bir arı değer katmadığı gibi, Türkiye’deki “Beşiktaş” algısını da fena halde erozyona uğrattı. Demirören’in, “normal” bir sezonda, “adamlığını” çok yakından bildiği Sadri Şener’i karşısına alıp böylesi bir adım atmayacağı rahatça söylenebilir.
Ancak, BJK açısından ne yazık ki hiç de normal olmayan bir sezon yaşıyoruz. Milyonlarca avroya transfer edilen oyuncular daha ilk yarı bitmeden elden çıkarılmaya çalışılırken, bir yandan da neden gönderildiği hala tam olarak anlaşılamayan Ertuğrul Sağlam’ın yerine alayı vala ile gelen potansiyel Denizli fiyaskosu korkusu yaşanıyor. Üst üste konan tüm olasılıkların ve başarısızlıkların anlamı şudur; BJK bu yıl şampiyon olamazsa Demirören dönemi de sona erecektir. Kulüpten “şahsi” alacağına rağmen, üstelik, Demirören o makamda durmayacaktır.
İşte bu kritik eşikte duruyor olmak, en basit tanımıyla “nezaket” kurallarını kolayca gözardı ettirebilirdi, ettiler de zaten. Yusuf Şimşek’i, kadrolarına katma usulleri özelde Trabzon genelde de Türkiye’deki “Beşiktaş” algısını yaralamış ve öldürmeyen bu yara ne Beşiktaş’a ne de Demirören’e bir şey katmıştır, maalesef..
Mustafa Denizli ise, biz dahil, toplumun büyük çoğunluğunda kabul gören kredisini hızla tüketiyor. Kendi bitiş sürecine katkı yapan bir teknik adam için çok şey yazmaya da gerek görmüyorum. Belki Denizli’den daha çok, O’nun yaptğı Yusuf Şimşek hamlesini “çok doğru ve başarılı” bulan aslen “Oflu” Sanlı Sarıalioğlu’nu konuşmamız gerekir. Sanlı Sarıalioğlu, Delgado’nun sakatlığı nedeniyle bu transferi çok yerinde bir tespit olarak yorumlayıp Denizli’ye takdirlerini iletirken, bu transferin yapılış sürecine hiç değinmiyor. Vicdan ve ahlak tutulması bu olsa gerek, dileğimiz şudur: BABA HAKKI MÜSTEHAKINIZI VERSİN!
SADRİ ŞENER TAVRI
Babalar ve kabadayılar aleminin en “baba” klişelerinden biri; “En büyük kabadayılık efendiliktir” olarak bilinir. Şahsen, Sadri Şener’in kimilerine “la bu nasıl Trabzonlu” dedirten pozitif fotoğrafının arkasında da bu türden bir “efendilik” olduğunu düşünenlerdenim. Sadri Şener’in, dükalığın sosyal ve ekonomik sınırlarını zorlamadığı müddetçe İstanbul basınınca da çok beğenilen bu “çelebi” tavrının suistimale çok açık olduğunu da hatırlatmak isterim. Tesellimiz; yakın geçmişteki birkaç örnekte de gördüğümüz üzere, sayın Şener’in genetik kodlarını kolayca ortaya koyabilme becerisidir. Bu işin şahsi kısmı.
Yusuf Şimşek kaosunun bitimindeki Şener açıklamaları; Türk futbolunda unutulan “centilmenliğin” yeniden inşası için yeni Sadri Şener’lere ihtiyacımız olduğunu da hepimize gösterdi aslında. Sadri Şener’in adını, diğer iki kulüp başkanıyla aynı cümle içinde kullanmama çabamın temelinde de; Süleyman Seba özelinde sembolleşen “eski adamlara” duyduğumuz derin sevginin etkisi vardır. Futbol endüstrinin kıskacına girebilir, eyvallah. Ama, insana “değer” katan şeyler, bambaşkadır! Bu değerler hakkında bireyler öğrenmek isteyenler için, kısa bir Sadri Şener turu ziyadesiyle öğretici olacaktır, tek “öğrenmeye” meyilli olunsun.
TRABZON MEDYASI
Neredeyse 3 yıl boyunca yazılarımın çıktığı Taka dahil, Trabzon medyası kendini sorgulamak ve yanlışlarıyla yüzleşmek zorundadır. Bu görüş “İstanbul’da oturiy, ordan bize akil veriy, yürü git işine la” düzeyi muhatap alınarak dile getirilmiş değil elbette. Derdim akıl vermek de değil, zira bilirim ki Trabzon’da herkes herşeyin en iyisini zaten bilir.
En basiti şuradan başlayabilirler mesela;
Günebakış ve Haber 61 adlı medya birimleri, Sadri Şener’le yapılan ve “özel” ibaresiyle Habertürk’te yayınlanan röportajı kendi mallarıymış gibi tepe tepe kullanıp, emeğe ve kuruma saygısızlık yapmak yerine, röportajın kaynağını belirterek işe başlayabilirler. Basit ama “dev” bir adım olacaktır. Zira o röportaja imza koyan “Trabzonlu gazeteci”nin, o çok eleştirdikleri, ama herhangi bir alıntı yaptıklarında ismini ve imzasını kullanmayı ihmal etmedikleri İstanbullu gazetecilerden eksiği yok fazlası çoktur ve kişilerin değil Trabzon’un hizmetindedir. Korkmasınlar, o röportajı imza koymadan yayınlayanların aksine, o röporataja imza koyan TRABZONLU vatandaşın parayla filan işi olmaz…Bakalım üyesi olduğumuz Trabzon Gazeteciler Cemiyeti ve sevgili Başkanı Ergun Ata’nın tavrı ne olacak!?
Bir Cevap Yazın