Ankara’da bi haftasonu ve Nihat Genç

İstanbul’a dönme planları yaparken işverenim tarafından gelen bir telefonla yarı açık cezaevi günleirme devam demek zorunda kalmışım.

Ankara’nın kerameti isminden menkul olduğu hissi veren caddelerinden birindeyim, akıp gidiyor insan görünümlü hayat. Caddenin adını çıkarmaya çalışıyorum bir yandan, Ali Fuat ya da Başak sorarsa “neredesin” diye kolaylamak için işimi, yani. Çok zorlanmıyorum, karşı kaldırımdan yükselen bir çığırtkan sesi merakımı gideren bir güzel sese dönüşüyor; “Vatandaş 7 tanesi 1 lira sadece Meçrutiyet simitçisindeeee.”  Meşrutiyet’te
Türklerin  yaratabildikleri ender markalardan birinde donduruyorum sutu,kaymagi. Canim cektiginden degil daha dikkat dagitici oldugundan. Aklimda bin cikmaz sokak, kallavi bir ihanet, Burhan abinin Beyoglu piyasasini Pakistan’a yardim icin ikna etmesi, oglum Kuzey’in beni tebessum ettiren ozguveni, bir avukata yonelik yersiz tepkimin utanci… Ilk kez Nihat Abiyle ne kadar ayni oldugumun titreyisi, sukur ki O’nun kadar dolu degilim, deli miyim bilmem.

BJK formali bir cocuk gecer onumden benim aklima Soner Boz duser, oysa tum iliskimiz 25 yil once bir futbol macinda O’nun ya da benim sari kartla biten mucadelemiz. Neler oluyor kestiremiyorum, Orhan Veli deli miydi ne?
O kadar cok insan geciyorki onumden, Istiklal kiskanir. Iffet denen rahmani suflenin ne kadar ucari oldugunu ogreten yuzlerce turbanli kiz geciyor Mesrutiyet’ten, ve şık giyimli onlarca zarafet. Acaba diyorum bu zarif zahirin iclerinde ihanetin kac turu yasiyor, ve hatta belki sadakat!!

Karantina adasi var Tanju babanin memleketinde, Urla’da. Ayriligin tek turlusune mahkum edilmis insanlar adasi. Sahi bunca acinin ustune hala bir yasam surebiliyorsa dunya, bu fazlasıyla normal gelmiyor mu size de? 

“Kahvaltıya geliyorum” dedim Nihat abiye, hiç bir şey söylemeden bana,  içeri seslendi telefonun ucundan; “Nur Selo kahvaltıya geliyormuş, birşey lazım mı eve?”

Bu onuru nasıl anlatmalı bilmem. Nur hanım benden patates istedi, ben de Esat’ta bir Migros’a girip bir sürü şey aldım ve eve gittim. Bildiniz, sadece patates almayı unuttum!!

Olsun Erzincan Tulum ve çarliston biber almıştım, halis zeytinyağı vardı üstelik, bir de enfes sele zeytini ve Bala domatesi. Kekaaa!

Trabzon’un maçı var, kahvaltı sonrası biraz sohbet ve ardından maç saatine kadar vakit geçirme turları; Kazakistan Caddesi, 7. cadde, birkaç hayranla foto felan. Hadi dönelim diyor Nihat abi, anlattıklarıyla bir garip Pazar sarhoşluğu başladı bile. Eve giderken balıkçıya uğruyoruz, Lagos balığını çok seviyor Genç ailesi, epey bir para verip bir paket de midye dolma alıp eve yollanıyoruz. Lagos’u yapalım diyor Nihat abi, hayır diye şiddetli bir itiraz benden. Zira Nur hanım fırında tavuk yapmış, şu Ankara’da yediğim yegane ev yemeklerinin sahibini yeni bir çileye nasıl koyarım! Nihat abi de üstelemedi allahtan. Tavuk, pilav ve enfes salata ile maç başlatıyoruz. İlk 11 deki ahlaki zafiyet ikimizin de midesini bulandırsa da, insan kızkardeşini görmezden gelemiyor işte. Berbat bir performans daha.

Büyük usta Attila İlhan bir konuşmasında/söyleşisinde ” çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, oysa onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız başka üç beş kişidir” der…

Harika bir tespit gibi dursa da, benim için değil. Zira ben diğer 3-5 kişiden de emin değilim!

http://getir.net/0i3

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: