ÇARŞI AVM’Mİ OLDU!

İlkeli ve toplumsal dayanakları olan muhalefet geleneği yoksul ülkemizin, gönlün umut arayan gökyüzüne fırlatılmış  işaret fişeği gibiydi Çarşı grubu.

Hani, emeğin , emekçilerin takımı olan, hani şerefiyle oynayıp hakkıyla kazananların, hani Fener- G.Saray rekabetine kurgulanmış futbolumuza “çeşni” olma rolünü reddedip onuruyla ayakta kalanların takımı,  hani aşkın , hani sevdanın, hani rakibe gönül vermiş olsa da güzel insanlar için besteler üretenlerin, hani Kazım Koyuncu’lara,  Grup Yorum’lara , omurgalı olan her şeye gönül düşürenlerin takımı,  Beşiktaş’ın takımı, Beşiktaşk’ın kendisi olan takımdan ve taraftarından söz edeceğim.

Beşiktaşlı olsun olmasın toplumun her kesiminden sempati topladılar, saygısını kazandılar, örnek oldular. Elbette su kaçıran çatlaklar da oldu ama büyük fotoğrafın içinde kayboldular.

Çarşı isyandı, çarşı direnişti, çarşı onuruyla var olan rakibe de sevgi- saygıydı, çarşı haksız yere atılan rakip oyuncu için hakeme protestoydu, çarşı endüstrileşen futbolun çirkinliklerine karşı toprak sahaydı, Çarşı 1 Mayıs’tı, Çarşı 29 Ekim’di, yeşildi, doğaydı Çarşı, babası dağda vurulan çocuk, çocukları önünde teröre kurban giden anneydi Çarşı.  Hirant’tı, Mustafa Kemal’di, Mehmet Akif’di,  Nazım’dı…

Her şey, taraftar grubu görünümlü bir düş bahçesi gibiydi yani. Sokaklarda özlemi duyulan insanca sesin tribünlerden yükselen türküsüydü Çarşı.

Sonra 3 Temmuz şokuyla karşılaştı Türkiye. Herkes gibi Çarşı da şaşkındı, herke gibi onlar da ne olduğunu tam olarak anlayamamış ve kendilerine özgü refleksi gösterememişlerdi. Bir iki cılız çıkış olsa da , Çarşı kavramının içini dolduracak gibi değildi bu çıkışlar.

Yaratılan beklenti o kadar büyüktü ki, çarşı sessiz kaldıkça büyüdü, büyüdü, büyüdü…

Toplum beklemeye, beklenti büyümeye devam etti. Toplumu  o kadar inandırmışlardı ki samimiyetlerine ve cesaretlerine, mutlaka tavır koyacaklarına inanıyordu her şey.

Sürecin sonuna geldi Türkiye. Düzenin korunmasına yönelik dengeler yeniden kuruldu , kuruluyor. Çarşı’dan Devrimci ruhuna uygun çıkış bekleyen kaldı mı bilinmez.

Geldiğimiz nokta aslında bir yenilginin de istasyonu olsa gerek.

Önce futbolumuz endüstrileşti ve şike ahlaka galebe çaldı, sonra da Çarşı’mızı elimizden aldılar.

Anlaşılan Çarşı da , naif  ve masumiyet zırhıyla çevrili devrimci ruhunu teslim edip çoktan AVM’ye dönüşmüş, biz alıkzadelerin payına da hüzün düşmüş.

ŞENOL GÜNEŞ’İN ÖFKESİ!

Şenol Güneş’i eğitimci kimliği ve kişilere saplanmadan olgular üzerinden barış ve uzlaşıyla seyreden dili,  sanırım kimilerince doğru okunamıyor, ve bu “Kimilerince” tanımına maalesef en başta da yöneticileri giriyor.

Bana göre Şenol Güneş’teki  “Karadeniz”, ahlak sınırlarını aşan bireysel saldırı anlarında ortaya çıkıyor ve o dakikada  Farozlu, Arafilli Sotkalı bıçkına dönüşüyor.  Çok yıllar önce bir Tv programında muhatabına canlı yayında verdiği “ayar”, O’nun içindeki Faroz’un Arafil’in dışavurumuydu, hatırlayanlar olacaktır…

Gençlerbirliği maçı sonrası Trabzon’a uçmak üzere Esenboğa’ya gelen Trabzon kafilesinde Şenol Güneş de vardır ve bir taraftar görünümlü arıza, Şenol Güneş’e Burak Yılmaz eleştirisi yapar ve bunu yaparken sınırları aşar. Şenol Güneş hoca da bu taraftara yönelik sert tepki gösterir. Bunun üzerine kaptan Tolga ve Burak Yılmaz söz konusu şahsa haddini bildirmek için harekete geçince ortalık karışır ve havalimanında o anda beklemekte olan birkaç Trabzonlu Şenol Güneş’in de katkısıyla  Tolga ve Burak’a engel olarak rezaleti büyümeden önler. Güneş’in sözleri basına yansıdı, yansımayanları da bizde kalsın. Lodos rüzgarına Kıble diyen adam sonuna kadar Trabzon’dur, Karadeniz’dir, isyandır.

Burada yanıtını arayan çok soru var, ama en çok dikkat çeken neydi derseniz, Trabzonspor kafilesi uzatmalarda giden 3 puanın  stresiyle Trabzon’a dönüyor ve takımın yanında tek bir yönetici yok!! Bu nasıl bir yöneticilik anlayışıdır?

Kişisel görüşümü yineliyorum, herkes not etsin; Bu  rezil sezonun sonunda ya bu yönetim gidecektir ya da Şenol Güneş.

KOCAMAN BERABERLİK!

Tuzsuz kereviz tatlı ligimizin tek bir yabancı kanaldan yayınlanmayan “Dünya Derbisi”nin kazananı elbette Galatasaray oldu ve play off layık olduğu şekilde pırasa yahniye dönüştü. Bu yemeğin aşçısı olmak da Aykut Kocaman’a nasip oldu.

Takım galipken Stoch gibi bu vasat ligin birkaç üst düzey oyuncusundan birini oyundan çıkarmak, rakibe “ben senden tırstım hadi gel gereğini yap” demekten başka nedir?  Stoch tipi oyuncuları rakipleri tutamaz, sadece onların tercihlerini ve yapacaklarını beklerler. Siz maç boyu Stoch’un karşısındaki oyuncuların ona karşı herhangi bir inisiyatif geliştirdiğiniz görünüz mü?  Kendi takım arkadaşları tarafından oyundan düşmesi için her şey yapılan Stoch bir de hocasından darbe yiyince bedeli ödeyen de futbol heyecanı ve Fenerbahçe oldu.  Trabzon bu hafta sonu Galatasaray’ı TT Arena’da mağlup edemezse herkes şampiyon Galatasaray’ı alkışlasın.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: