Limana dik inen bir sokaktaydı evimiz, Gugudalı Mehmet emicenin kiracısıydık, rıhtımı gören kocaman gömme balkonumuzun bir kısmı kabukluk, kalan her tarafı çiçeklerle donanmıştı, sardunyalar, ki en çok sevdiklerim benim, hercai menekşeler, açelyalar, küpeliler, zambaklar, orkideler….
Bir sonbahar akşamı, hafif sisler içinde takılıp kocanın koluna evimizden çıkmış otogara doğru yürümeye başlamıştınız. Işığı kendine zor yeten sokak lambasına yaklaştıkça cisminiz küçülüp gölgeniz büyüyordu.
Belki 40 yıl oldu bu sahneyi belleğime kazıyalı anne. Sardunyalar arasından bakıyordum ardınız sıra. Sizi kol kola görmek bilseniz nasıl huzur doldurmuştu içimizi, benim ve kardeşlerimin. Samsun’a gidiyordunuz, küçük kardeşin, büyük dayım Ali Rıza’ya kız istemeye gidiyordunuz ya da benzer bir başka iş. Ailenin önemli bir kısmı Samsun’da yaşıyordu nicedir. Rus işgali sırasında kaçıp da dönmeyen yüz binlerin içinde Falcıoğullarından da çok kişi vardı. Bu yüzden hep özlemdi gizli öznesi, Samsunlu cümlelerin.
Koluna girdiğin adam, babam, tanrının kılıcı, hacı seyfullah, çok dayanamadı sensizliğe ve geçen istavrit yanına geldi.
O’nu gülmekten konuşamaz hale getiren kızgınlıklarına devam ediyor musun orada da bilmem, bildiğim şu ki, efendinin murat’ın büyük oğlu seyfullah’ı hiçbir şeye değişmez, laf söyletmezdin. Söylenmesi gereken bir şey olursa ben söylerim der ve işte onları söylerken de sonuç genellikle , kahkahasını edebiyle tutmaya çalışan bir yakışıklı adam portresi olurdu.
Zavzaga’nın mahinuru, sen bizi sütle değil merhamet ve sevginle besledin, hakkaniyet ve cesaretle yoğurdun, iki elin kanda olsa koştun sevdiklerine, neyin varsa paylaştın, paylaştıkça çoğalan sevgindi sırrın, belki sen de bilemedin bu sırrın kaynağını…
Dünya bir pencereymiş anne, her gelen bakıyor ve gidiyormuş. 5 yıl oldu bırakıp gideli, “herif”in yanına geleli de 161 gün olmuş.
Dünya kadınlar gününü kutlarken ışıltılı ve romantik, sen ve senin gibi milyonlarca kadın hiç kimseden hiç bir şey beklemeksizin, sadece ve sadece sevdiklerinin mutluluğu uğruna feda edilmiş, yazılmamış romanlar gibi yaşadınız ve sonra günü geldiğinde sessizce çekildiniz. Tüm insanlar gibi tüm anneler de çok değerli elbette, Zetkin de çok kıymetli Hz Hatice de, ama işte bana sesnin gibi kimse bakmadı bakmayacak anne. Her evlat annesinin gözlerinde doğar sabaha…
Meğer, Sabahsız yaşamaya da alışmakmış hayat.
Çömlekçi’de “şapka” diye tutturduğum ve elime aldığım iki kanatlı nesneyi, elimden zorla alıp tezgaha bırakırken yüzünün kızardığını hatırladım işte yine, nereden bilebilirdim şapka diye yapıştığım şeyin sütyen olduğunu ve bu kadarının bile seni kızıla kesmeye yettiğini…
Süte mayayı vur, kıvamı ezberinde, biraz tszilighta, kara lahanasız olmaz sofran bilirim. Pencereden payımıza ne, ne zaman düşer bilinmez, sen sofrayı hazır tut Hacessanın kızı!
Bir Cevap Yazın