Maranzul İnciri

Maranzul İnciri İlker Ateş Yahya ve Mannheim

Stajyer muhabirim daha, TSYD’nin Levent Tesislerinde sporyazarları arasında düzenlenen bir futbol turnuvası var. 1990 ya da 91. Bizim takımdan hatırladığım Onur Belge var, Taylan var, Feridun Niğdelioğlu var, ben tıfılım ama, doğum yerime Trabzon yazıyor olmasından dolayı otomatik olarak takımdayım. Cumartesi günü kaybettiğimiz İlker Ateş’i ilk kez orada , sahada oynayan bizlerle dalga geçerken, eğlenirken tanıdım. Şeker gibi bir üslup ve sevecen bir kızdırma makinesi gibiydi. Maç sonrası lokalde daha yakından gördüm İlker Ateş’i, Ayancıklıydı, insandı, samimiydi, Beşiktaşlıydı. Trabzonlu olduğumu öğrendiğinde başımı okşmaış ve bize göre eski olan meslektaşlarımızı göstererek ” bak da bunlar gibi olma sakın lazoğlu, bunlar gasteciliği unutalı çok oldu” demişti. Kendisi de Karadenizli olmasına rağmen, Trabzonluların laz olmadığını ya bilmiyor ya da umursamıyordu, ama kalbinin temizliği o kadar belli oluyordu ki, ölümünü duyduğumda Trabzon – BJK maçının hiç bir lezzeti kalmamıştı…Mekanın cennet olsun İlker abi…

Futbola geçmeyelim hemen; Frankfurt’a iner inmez beni havaalanından alan sıkı bir Trabzonsporludan söz edelim biraz, ki , Trabzon’u “farklı kılan duygunun” ne olduğunu bir kez daha hatırlayalım.

Yahya Artvinli, tüm yazılarımı okumuş, benim hatırlamakta zorluk çektiklerimi bile hatta, benimle tesadüfen tanışmış olmasını ve benden habersiz birçok memleketsever olduğunu, bunun da bir tür haksızlık olduğunu, nezaketle, söyledi, durdu. Mannheim’de hem doktorasını yapıyor hem de çalışıyor, elektrik-elektronik mühendisi, Trabzonspor’u “sonuç değil misyon takımı” olarak görenlerden biri, şehirle ve takımla sadece sevgi bağı kurmuş, aidiyetini hiç bir koşula bağlamayacak kadar koca bir yüreğe sahip. Besleme taraftardan ve yöneticiliği ikbale açılan merdiven olarak görenlerden, bir de spora siyaseti “bulaştıranlardan” nefret ediyor. Dünya’nın finans merkezlerinden birinde kendi alanında “başarılı” olmuş binlerce sessiz Trabzonsporludan biri olarak tek hedefi ve kaygısı var; Güçlülerin hukukunun değil, hukukun gücünün egemen olduğu bir dünya, ve bu dünya’ya açılan en önemli pencerelerinden birinin adı da Trabzonspor! Selam olsun sana Yahya!!!

Maça geçelim mi?

Yok biraz da sınıf arkadaşım Zeki Demirkubuz’un son filmi “Kıskanmak”tan söz edelim.

Türk sinemasının kalıplarını kıran birçok filme imza atan Demirkubuz, son filminde her insanda az veya çok bulunan “kıskançlık” duygusunu ele almış. Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı eserinden senaryolaştırılan film, Demirkubuz hassasiyetiyle bir kez daha “sıradan insana” sunuluyor. “Masumiyet”i izleyen biri için, Zeki Demirkubuz sıradanlığının ne anlama geldiğini, ancak filmi izleyen anlar. Film kaç salon bulur bilmem, bir dönem salon bulmak için “arkadaşım Zeki” ile birlikte kıç yırttığımızı hatırlayınca, umutlu olmak için çok da nedenimiz olmadığını düşünüyorum. Aslında bir filme salon bulacak olan , seyirci ilgisidir! Fazla söze hacet??

Şimdi geçelim maça;

Maçı Frankfurt’a 100 km mesafedeki Mannheim şehrinde izledik. Hem bir arkadaş ziyaretiydi, hem de yeni bir şehrin sokaklarında heyecan bulma arayışı. Nüfusun neredeyse üçte biri Türk. Yanımdaki abim-arkadaşım, maç izleyebileceğimiz bir yer bulma amacıyla, sokakta beklemekte olan bir kişiye yaklaştı;

-Selamun aleyküm” dedi, ben ne oluyor bura Almanya demeden, çocuk

-Aleyküm Selam abi, dedi, Maçı nerde izleriz dedi bizimki, çocuk kısa bir tarif verdi, tüm tarifler Türklere ait işyerlerini işaret ediyor, başka işyeri yok neredeyse??

Şaşkınlığımı çabuk attım, Bakalım Mannheim uğurlu gelecek mi içsesimle oturduk bir yerde. Yanımda 70 yaşlarında Rizeli bir amca, Beşiktaşlıymış, maç boyu kendi takımının kişiliksiz futboluna ve Mustafa Denizli’ye salladı durdu. “Ben böyle rezil bir BJK 30 yıldır görmedim” dedi, “Trabzon puan verirse bu futboluna yazık olur” dedi, maç sonu salondan çıkarken de, “Bu Denizli’ye ballı diyorlar, la bununki baldan bile fazla, şimdi gider Trabzon’u deplasmanda yendik diye hava atar. Ulan kalecin iyi olmasa 5 yerdin be, Umut denen yetenek özürlü adam olmasa nah puan alırdın” dedi, ben de başka birşey demedim, amcaya…Öpüşerek ayrıldık, ne de olsa kan çekiyor.

Bir takımın atanı ve tutanı iyi olacak, demişti yıllar önce Ahmet Suat, geçen yıl kendisini ziyaret ettiğimde bu görüşünü yinelemiş ve ben de bu sözü bir yazıma başlık yaparak kullanmıştım. Şimdi herkes aynı şeyi söylemeye, 20 yıl sonra da olsa bir gerçekte buluşmaya başladıysa, bu insanlık için küçük “Trabzon için DEV bir adım” demektir!

Umut Bulut’tan herşey olur, olmayacak tek şey golcüdür. BJK kalecisi Hakan’ı “günün adamı” yapan kendi yetenekleri değil, Umut’un beceriksiz vuruşlarıdır. Aynı pozisyonları Fatih Tekke karatında bir vuruş ustası yapsaydı, Hakan’ın ikinci Liverpool faciasını yaşaması kaçınılmaz olurdu. Zira, 70 yaşındaki Rizeli amca gibi, ben de BJK’yı bu kadar silik ve kişiliksiz hiç görmemiştim. Maç sonu sevinçlerinde tüm BJK’lı futbolcuların kalecilerine koşması, aslında Trabzon’un “büyüklük fotoğrafı” olarak görülmelidir, ama BJK asla bu galibiyete aldanmamalıdır.

Trabzon takımında Tayfun sağ kenardan sürekli, başarılı-başarısız bindirmeler yaptı. Sol kenar oyuncu Cale bir defa orta çizgiyi geçme cesareti gösterdi, onda da topu rakibine ortaladı. Tayfun’un sağ kenar orta sayısı, Cale’nin Egemen’e yaptığı multigereksiz yan pasları bile katladı, biri Cale’ye futbolun iki yönlü bir oyun olduğunu hatırlatsın…

Colman’ ilk golün sebebiydi, ama buna rağmen takımın en iyilerinden biri olarak maçı tamamladı. Alanzi, oyuna hareket getirdi, ama başka birşey getiremedi, malum Umut rakip kaleciyi havaya sokmuştu bir kere, sabaha kadar oynansa Hakan gol yemeyecekti.

Hugo Bross istifa eder mi? Bence etmez, mütevazı bir adam ve yenilgiye rağmen son maç perofrmansı da fena sayılmaz

Trabzon şampiyonluk yarışına ortak olabilir mi? Olabilir, ama ortaklık hissesi onbinde biri geçmez, vermezler ki…

BJK takımının maç sonu sevinç fotoğrafı, Trabzon’un aslında ne anlama geldiğinin de tarihsel belgesidir. Yaşanan güne saplanıp kalınırsa, Trabzon’un anlamını kavramak zorlaşır, Trabzon bir kültürdür, zamanı geldiğinde gereğini yapar…

Şu yazıyı yazdığım uçağa nasıl yetiştiğimi başka bir yazıda paylaşırırz.

Bu yazının müziği:
1-Bu Son Olsun: Cem Karaca
2-Wish You Were Here: Pink Floyd
3-Derdim Çoktur Hangisine Yanayım: A.Ekber Çiçek
4-Şarkılardan Fal Tuttum: Samime Sanay

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s