Futbolu sona bırakıp ülke gündemimizle başlayalım.
Ve bu konuyu da tersinden ele alalım;
İçinde siyasal, ırksal ve emperyal kusmuk taşımayan ve edebiyattan az çok anlayan herkes kabul eder ki; söz konusu olan edebiyat ise Nobelyen yazar Orhan Pamuk geçen yıl kaybettiğimiz Attila İlhan’ın ayakkabısına değil bağ, çamur bile olamaz. Peki Nobel’i Attila İlhan’a verirler miydi?
Hep beraber retorik yapalım; Attila İlhan bunca küçülmeyi içine dışına hiçbir yerine sindirmeyeceğine göre; TABİ Kİ HAYIR!
.
Peki neden?
Çünkü; Attila İlhan kendi halkına Nişantaşı görünümlü Tel Aviv ve New York emperyalistlerinin maşası olarak bakmaz.
Çünkü; Attila İlhan emperyal kumpasların içine sığmayacak kadar büyük bir onur ve duruş sahibi olmak gibi “affedilemez” bir haslete sahiptir
Çünkü; Attila İlhan edebiyat dünyasına “havalı” bir giriş yapmak için yüzyıllar önce yazılmış bir kitabı (Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati) neredeyse bire bir kopye ederek, hadi adını koyalım, hırsızlayarak “beyaz kale” adıyla kendi kitabıymış gibi halka “yutturmak” gibi bir yeteneğe sahip değildi.
Çünkü Attila İlhan hırsızlama kitabının ipliği pazara çıkınca hiçbir şey olmamış gibi sokağa çıkıp, yürüyen kösele surat örneği olamayacak kadar “çağdışıdır”
Çünkü; Attila İlhan Nobel ödülü alacağım diye Anadolu halklarının arasına nifak tohumları serpmedi, kendi halkıyla bütünleşmek yerine emperyal merkezlere şirin görünmek uğruna kendi halkına yabancılaşmadı ve halkının arasında onlardan biri gibi dolaşma “sıradanlığına” kapıldı
Yazmakla bitmez; bildiğimiz ve bence Nobelyen ihanet madalyalı yazarımızın da bildiği ve gerçekten acı veren gerçek şudur:
Bütün çabalar bir “ödül” veya New York orjinli bir planın adımlarından biri miydi bilinmez ama, Orhan Pamuk figürü bu ülke sokaklarında Türk halkının arasına karışıp özgürce dolaşamayacaktır. Hani Türk yazarıydınız? Bir yazar için bundan daha büyük bir acı olabilir mi!
Yazıyı okuyanlar şunu bilmeli; Vadideki Zambak’tan Madam Bovary’ye; Rakolnikov’dan Alyoşa’ya, Jülien’e; Tanpınar’dan Nazım Hikmet’e, Necip Fazıl’a.. Adını yazmaya sayfaların yetmeyeceği edebiyatın binbir güzelliğine aşık olmuş, birçoğuyla çocukça özdeşleşmiş, kimi iradenin ve azmin sembolü Martin Eden, kimi Kurtuluş Savaşının onurlu kumandanı Yüzbaşı Selahattin olmuş bir romantik adamı okuyorsunuz. Demem o ki; bir edebiyat ve yazı adamına karşı içimizde sadece sevgi ve muhabbet çiçekleri filizlenir. Ama işe “intihal” ile başlamış biri Nobel alsa ne olur, almasa ne.. Olsa olsa Nobelli edebiyat ve güzellikler hırsızı olur. Nobel ödülleri hanidir eleştiriliyordu, bize göre tüyü de dikilmiş oldu.
Orhan Pamuk bilerek ya da bilmeyerek kirli bir emperyal oyunda başrollerden birini oynamıştır. Olay bu kadar basittir, kimse kalkıp da edebiyat, dil, anlatım diyip de, Dostoyevsky’lerin, London’ların, Shaw’ların ruhunu kirletmesin!
Beşiktaşlılar, Yedikuleliler, Fenerbahçeliler, Bozüyüksporlular, Nizipsporlular, Trabzonsporlular; dinleyin!
Türkiye hakkında aşağılık bir oyunun parçası olarak Fransa özelinde gelişen Avrupa Birliğine Türkiye’yi almama operasyonu Paris’te sahnelendiği dakikalarda Nobelyen bir yazara sahip olduğumuz açıklandı. Bitmedi bir gün sonra bir haber de Norveç’ten geldi ve bu ülke insanını “inceden” aşağılayan Hirant Dink de ödül kervana katıldı.
Neler oluyor? Bu bir kamera şakası değilse eğer, ki değilmiş, Türkiye’ye yönelik bölme ve parçalama stratejisinin yerli
Bir Cevap Yazın