“Magazin” kavramının, ülkemizi etkisi altına alan tele vole kültürsüzlüğüyle nasıl ayağa düştüğünü anlatmaya doktora tezleri yetmez. Maalesef ülkemiz medyasının beslediği birey algısı, magazini kadının apış arasına sıkıştırılmış bir boncuğa dönüştürmüştür. Yoksa, mesela İngiliz Kraliçesi’nin Pul Koleksiyonu Tutkusu örneği “magazin”e ne benim ne de aklı başında herhangi bir okurun itirazı olduğunu sanmıyorum. Konu da bu değil, geçelim.
Ülkemiz “boncuk” dünyasının en temel figürlerinden biri de, malumunuz; manken, oyuncu, ideal anne, aldatör Pınar Altuğ. Artık Pınar Altuğ adını duyduğumuzda, bilinçaltımızda da bir kıpırdama başlar oldu. Belleğimize kaydı düşen bir isim, Altuğ algısını her duyusunda, bu ismin yanına kendi ismini de koyar olmuştur: EPİKÜR.
Epikür, antik Yunan felsefesinin ilk Materyalist filozoflarından biridir ve ismiyle özdeşleşen felsefi akım “Epikürizm” olarak bilinir. Epikürist felsefenin temel çıkış noktası da; “HER HAZZIN KAYNAĞI BEDEN HAZZIDIR” fikrinden beslenen HEDONİZM, Türkçesiyle HAZCILIKTIR
Hedonizmin temel amacı her şeye boş verip yiyip içip sevişmektir. Hedonistlerin belirleyici özelliklerinden başlıcası ; Tanrının varlığını kabul edip dinleri reddetmeleridir. Yani “hiçbir dine hesap vermek zorunda değilim, beni yaratan tanrı bedenime “arzu” verdiyse, bana da bu arzuyu dindirmek düşer. Sevişmek istiyorsam, sevişirim!!”
Nasıl, güzel değil mi..
Gazetelerde Pınar Altuğ’la birlikte anılmaya başlayan Prisma Tarikatı denen oluşum; felesefi temellerini işte yukarıda sözünü ettiğimiz EPİKÜRİZM’den almaktadır. Her tülü acının reddi ve bedenin arzuladığı tüm hazların tüm ahlaki ve sosyal değerleri sıfırlama pahasına tadılması!
Pınar Altuğ’un yaptığı da budur; yani izleği olduğu Epikür ve hazcılığın sadık bir üyesi gibi davranmanın dışında yaptığı bir şey yoktur Altuğ’un.
Zira Pınar hanım, daha yola çıkmadan; bedeninin işaret ettiği tüm hazları fütursuzca yaşayacağına karar vermiş. Beden ve boncuk onun, toplumsal ahlaktaki çürüme bu duygusunu yaşamaya uygun ve hepsinden önemlisi, bu toplumdan özellikle “anne” motifiyle kazandıkları bu hazcılığını yaşayabilmesi için yeterli maddi birikimi de sunmuş kendisine.
Pınar Altuğ fotoğrafı, bana olduğu gibi sizlere de, Kaya Çilingiroğlu figürünün anti tezi gibi geliyor mu bilmiyorum ama, Altuğ örneğindeki gibi; özellikle “Beyaz Türkler” arasında yaygın olduğunu duyduğumuzu bu histerik Hedonizm’in, dinler arası diyalog kakafonisinin teorsiyenleri arasında da “taraf” bulması hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Zira konuyu az çok takip eden herkesin bildiği gibi, Prisma tarikatının “üyeleri”nin büyük çoğunluğu; İslam ile Yahudiliğin sentezini yaptıklarını iddia ederek kendilerince bir korelatif rasyonalite sağlamaya çabalamaktadır. Diyalog dediğimiz şey, ille de dille olmaz, Prisma tarikatı diyaloğun “binbir pozisyonunu” sunmaktadır, anlayana..
Dünya’nın yüzlerce kıyısında savaşlar hüküm sürüp, çocuklar katledilirken, Sodom Ve Gomore’yi İstanbul’da yeniden yaşatmaya çalışan Prismacılara ve Pınar Altuğ’a küçük bir hatırlatma ile yazıya son noktayı koyalım.
Pınar Altuğ’un ya da Prismacıların kişisel tercihleri, topluma zarar vermediği sürece beni zerrece ilgilendirmez. Altuğ’un, beslenip büyüdüğü “Anne” figürünü handiyse orospuya dönüştürmesi de umurumda değil, kendi ipini çekmiştir.
Büyük usta Attila İlhan, “Orospuluk Paris’te güzel sanatların yedincisidir” der. Bir kısım “İstanbul” için, rahatça birincisidir diyebileceğimiz bu hedonizm batağına saplananlara g-hatırlatırım..
Bu günlerde histerik bir tutkuyla peşinden sürüklendiğiniz, sosyal bağları lime lime edip, çürümeye sürükleyen Hazcılığın felsefi babası Epikür nasıl ölmüştür biliyor musunuz?
Kendi yarattığı bataktan çıkamayan Epikür; hayatına kendi elleriyle son vermiştir.
Fotoğraf budur..
Bir Cevap Yazın